CHP’nin “Görünmezlik” Stratejisi
- Bülent Gürsoy
- 3 Eyl 2017
- 2 dakikada okunur
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, devleti devlet yapan “adalet” kurumunun “yokluğunu” / “yok edildiğini” vurgulamak üzere bir “Adalet Yürüyüşü” gerçekleştirdi.
Yaptığı uzun yürüyüş, toplumun farklı kesimlerinden önemli sayılacak ölçekte ilgi gördü.
Sonrasında da “Adalet Kurultayı” düzenledi.
Kılıçdaroğlu, partisinin siyasi ve örgütsel tıkanmışlığını bir ölçüde “adalet” kavramına dayalı bu eylemlerle aştı.
Böylece, bir yandan parti içi rakiplerini susturmayı başarırken, diğer taraftan da 2019 stratejisini “kendi kurgusu” doğrultusunda oluşturma kuvvetini elde etti.
Farkındaysanız anlatımımda aslında CHP yok, sadece Kılıçdaroğlu var ve onun değişken stratejisinde sürüklenmek zorunda kalan CHP’liler.
Bu eylemlerde CHP sadece bir tür “lojistik destek kurumu” olarak yer aldı.
Bu olgular çerçevesinde, son yapılan Adalet Kurultayı’nda ortaya konulan tavır şu oldu:
“CHP, Adalet Yürüyüşü ile başlattığı ‘kendi sınırlarını azaltma yaklaşımı’yla, ‘parti olarak daha az görünme’ tutumunu arttıracak.”
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Erdem Gül, Kurultay izlenimlerini ve alandan bizzat edindiği ifadeleri bu şekilde aktardı ve bu ifadeler CHP yönetimi tarafından yalanlanmadı.
Dolayısıyla, bütün bu hareketler ve sonrasında yapılan açıklamalar, CHP’nin, geleneksel politikalarından ve bir kısım temel ilkelerinden vazgeçerek; “altı ok”undan utanma, parti bayrağından kaçma, partililerinden saklanma ve kimliğini gizleme ruh hali içinde olduğunu göstermekte.
CHP’nin ruh hali: Yaşam biçimini savunamama, cemaat ve tarikatlardan medet umma, yozlaştırılmış dini semboller ve kurallarla mücadele edememe, anlatamama, AKP propaganda makinesinin baskısı altında ezilme şeklinde dışa vurmakta.
Aslında CHP, bu hareketlerle, yaşadığı sorunların asıl temeli olan; “davayı kaybetme, ideolojiden yoksun kalma ve renksizleşme” hastalıkları içinde; kimliksizleşmekte, kendini boğmakta ve yok etmekte.
Gordon R. Sullivan ve Michael V. Harper’ın 1999 yılında yazdıkları “Yeniden Yapılanma ve Strateji” adlı kitap şöyle bir tespiti aktarıyor:
“Stratejik doğrultusu bulunmayan eylem, bir örgütü yalnızca daha derine batırır. Eğer bir lider bunu kavramayı başaramazsa, örgüt başarı dalgasını yakalamak için bir yönetim modasından diğerine savrularak, bitmek tükenmek bilmeyen rastgele, sözde değişimlere mahkum olur”.
Buradan hareketle diyebiliriz ki, siyaset alanında sıkça gördüğümüz, sözde değişimlerin zamanı geçmiştir.
Zaman, ideolojisi, doğrultusu ve stratejisi olan, gerçek ve güçlü bir değişimin yeniden gerçekleştirilmesi zamanıdır.
Zaman, Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine yeniden dönme zamanıdır.
Zaman, yozlaştırılan milli ve manevi değerleri, Cumhuriyet’in çağdaşlaşma hedefiyle; akıl, bilim, irfan yolunda yeniden harmanlama zamanıdır.
Zaman, doğunun dogmalarından kurtulma, batının akılcı düşünce sistemine ulaşma zamanıdır.
Zaman, hedefleri korkusuzca açıklama ve gerçekleştirme zamanıdır.
Değişim liderlerle gerçekleşir.
Liderlik, toplumun farklı nedenlerle düştüğü/düşürüldüğü iklimde boğulmak değildir.
Aksine, toplumu, evrensel doğrular yönünde dönüştürebilme yeteneğidir.
Önümüzdeki süreç Türkiye’nin rejiminin fiilen ve tamamen değişeceği bir seçim sürecidir.
Kirli bir referandum sonucunda elde edilen yasal gücün 2019 yılında (belki daha erken) somutlaştırılacağı bir sürece girmiş bulunuyoruz.
Bu gücün somutlaşmasını dört gözle bekleyen bir otokratın hayallerini, farkında olsun/olmasın 80 milyon için yok etmek göreviyle baş başayız.
Bugüne kadar evrensel doğruların bize gösterdiği en iyi yönetim sistemi olan; denge ve denetim mekanizmalarına sahip, kuvvetler ayrılığına dayalı, özgürlükçü ve bağımsızlıkçı, “Parlamenter Demokratik Sistem”e geçişi, “tanımlı bir plan” kapsamında sağlamalıyız.
AKP ve yandaşlarının, eski olan, çağ dışı “otokratik devlet”ine karşı; çağdaş, akıl ve bilime dayalı, özgürlükçü, “demokratik devlet”i kurmalıyız.
Bunu yaparken, elde edilecek iktidarın ilk gününden, dönüşümün ve yeniden kuruluşun tamamlanacağı son güne kadar; her adımı, her kuralı, her kurumu, kısaca tüm süreçleri, çok iyi tanımlamalıyız.
Çok iyi tanımlamalıyız ki, halkın güvenini tam olarak kazanalım.
Bunu yaparken; eksik kalan, korkan, çekinen, zayıflık gösteren tüm muhalif unsurlar yenilecektir.
Gözünü rakibinin gözlerinden ayırmayan, süreçleri doğru planlayan, hedefini ve hedefe giden yolu doğru belirleyen lider ve ekibi başaracak, Türkiye kazanacaktır.
Önümüzdeki zorlu süreçte bu yola baş koyan tüm fikirdaşlara: güç, kuvvet ve başarı diliyorum.







Yorumlar