FETÖ’nün Yaradılışı
- Bülent Gürsoy
- 11 Ara 2017
- 5 dakikada okunur
Fethullah Gülen ve örgütü elli yılı aşkın bir süredir Türkiye’nin gündeminde.
Başlangıçta, dini alanda faaliyet gösteren bir kişi ve ekip olarak; Gülen/Gülenciler, Fetullah/Fethullahçılar olarak adlandırılıyorlardı.
Türkiye solu (15 Temmuz’dan sonra AKP ve yandaşlarının da kabul ettiği gibi) bu yapılanmanın ABD ve CIA yönetiminde “Ilımlı İslam” / “Yeşil Kuşak Projesi”nin bir maşası olduğunu biliyordu.
35 yılları böyle geçti.
AKP iktidarıyla birlikte, iktidar ve yandaşlarınca “saygın insan” imajı yüklenerek kendisine “Fethullah Gülen Hocaefendi”, teşkilatına da “Cemaat” ve “Hizmet” tabirleri kullanıldı.
Aynı dönemde muhalefet kendisine Feto, örgütlenmesine de “F Tipi” diyordu.
Fethullah Gülen ve örgütünün Feto’dan FETÖ’ye dönüşümü nasıl gerçekleşti.
Bu yazımda söz konusu dönüşümü irdelemek istedim.
ÖZETLE
Fethullah Gülen ekibi AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte çok önemli bir zemin elde etmiştir.
Fethullah Gülen örgütü AKP’ye verdiği destek karşılığında; yasama, yürütme ve yargı erklerinde, güvenlik birimlerinde ve bürokraside tüm stratejik mevzileri ele geçirmişlerdir.
Fethullah Gülen örgütü ile AKP işbirliği, askerin verdiği 27 Nisan 2007 muhtırasından sonra tam bir iktidar ortaklığına dönüşmüştür.
Ergenekon, Balyoz, Amirallere Suikast, Askeri Casusluk, Poyrazköy, Atabeyler gibi kumpas davalarıyla da iktidarlarını pekiştirmişlerdir.
Aralarında çıkan güç paylaşımı kavgasından sonra işler değişmiş, Paralel Devlet Yapılanması PDY adı verilmiş, 17/25 Aralık vakası ve 15 Temmuz darbe girişimiyle Fethullah Gülen Terör Örgütü’ne dönüşmüş, adı FETÖ olmuştur.
FETO’DAN FETÖ’YE NASIL GELİNMİŞTİR
Ağustos 2000’de Fethullah Gülen hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesi / DGM’de “laik devlet yapısını değiştirerek dini kurallara dayalı devlet kurmak” suçundan dava açılmış ve 10.03.2003’te gıyabi tutuklama kararı verilmiştir.
Davanın iddianamesinde ;
“…Bu yöntem ve yapılanma ile 10 yıl içinde TSK içerisinde söz sahibi olacağı bir konuma gelmeyi planlamaktadır” tespiti yapılmıştır.
Buna rağmen,
16 Nisan 2003’te dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün imzasıyla büyükelçiliklere gönderilen 3846 ve 3847 sayılı genelgelerle, “Yurt dışındaki Gülen Okulları’na ve Milli Görüş’e yardım edilmesi” talimatı verilmiştir.
Bir yandan bunlar olurken bir yandan da devletin kurumları gerekli istihbarat çalışmalarını sürdürmüş ve Milli Güvenlik Kurulu Toplantıları’nda konu derinlemesine ele alınmıştır.
“Türkiye’deki Nurculuk Faaliyetleri ve Fethullah Gülen” konulu 24 Haziran ve 25 Ağustos 2004 tarihli (AKP’li üyelerin çoğunlukta olduğu) MGK toplantıları sonucunda 481 no’lu karar alınmıştır.

Bu kararda;
- Fethullah Gülen grubunun yurt içi ve yurt dışı faaliyetleri, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu (BUTKK) koordinesinde, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı ve ilgili diğer kurumlar aracılığı ile yakından takip edilmelidir.
- Devletin yurt dışında görevli memurları aracılığı ile Fethullah Gülen grubu yakından takip edilmeli, gerekiyorsa Dışişleri Bakanlığı tarafından ilave tedbirler geliştirilmelidir.
- Fethullah Gülen grubuna ait özel okulların faaliyetleri, İçişleri Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından incelenmeli ve takibe alınmalıdır. Bu gruba ait okullardaki şüpheli ve yasa dışı faaliyetler periyodik olarak BUTKK’na rapor edilmelidir.
- Fethullah Gülen grubunun “öğrenci evleri” kapsamında sempatizan ve yandaş edinme gayretleri, İçişleri Bakanlığı nezdinde dikkatle takip edilmelidir.
- Yasal olmayan yollar kullanılarak din eğitimi veren ve bir nevi dini alet ederek yandaş toplama sistemi olan “öğrenci evleri” uygulamalarına engel olunmalıdır.
- Yapılan bağışlar ile usulsüz para hareketleri ve kara para uygulamalarının Maliye Bakanlığı Mali Suçlar Araştırma Kurulu (MASAK) aracılığı ile takip edilmesi sağlanmalıdır.
- Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanı sıfatıyla, 16 Nisan 2003’te “Gülen Okulları’na ve Milli Görüş’e yardım edilmesi” için Büyükelçiliklere gönderdiği 3846 ve 3847 sayılı genelgeler geri çekilmelidir.
Denilmiştir.

MGK kararlarını arkadan dolanmak üzere, AKP iktidarı tarafından, Mayıs 2006’da 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun “Terör Tanımı” başlıklı 1. Madde’sinde değişiklik yapılarak, terör örgütü tanımına “cürüm işleme ve silahlı eylem şartı” getirilmiştir.
2000 yılında açılan davayla “laik devlet yapısını değiştirerek dini kurallara dayalı devlet kurmakla” suçlanan Fethullah Gülen, 2003 yılında mahkumiyet kararı verilen bu davadan söz konusu değişiklik sayesinde Mart 2007’de beraat ettirilmiştir.

Beraat etmesinde, Emniyet Genel Müdürlüğü’nden verilen raporda “Gülen’in cebir ve şiddet içeren bir suça katılmadığı”nın bildirilmesi etkili olmuş, beraati Haziran 2008’de Yargıtay Genel Kurulu tarafından onaylanmıştır.

22 Kasım 2010’da Bakanlar Kurulu Kararı ile irticai faaliyetler tehdit olmaktan çıkarılmış, irticayla mücadele görevi bulunan Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu BUTKK ve benzer görevleri yapan kurum ve kuruluşlar tasfiye edilmiştir.
Bu adımlarla birlikte Fethullah Gülen ve yapılanmasıyla ilgili tüm pürüzlerin giderildiği düşünülmüştür.
Recep Tayyip Erdoğan, 14 Haziran 2012’de, 10. Türkçe Olimpiyatları’nda Fethullah Gülen’e seslenerek “Gurbet hasrettir. Hasret bedeli çok ağırdır. Biz, gurbette olup, şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz. Diyoruz ki, bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz” demiştir.
Aynı dönemlerde AKP Hükümeti’nin bir çok bakanı ve parti yöneticisi de Fethullah Gülen ile ilgili çeşitli güzellemeler yapmıştır.

Bu süreçte güç dengeleri değişmiş, paylaşımda sorunlar yaşanmış ve buzdağının görünen kısmında bir “dersane krizi” gündeme gelmiştir.
Kimin üstünlük sağlayacağı konusu ön plana çıkmış, bir bakıma Erdoğan’dan Gülen’e biat çağrıları yapılmaya başlanmıştır.
Recep Tayyip Erdoğan 24 Kasım 2013’te Yüksek Düzeyli İstişare Konseyi toplantısı için gittiği Rusya’dan dönerken Fethullah Gülen ve Cemaati’ni kastederek “Şimdiye kadar cemaatteki kardeşlerimiz bizden ne istediler de yapmadık” demiştir.
Demek istediği şudur: “Size verdiklerimiz ve sizin için yaptıklarımız yeterlidir, artık bana biat edin”.
Bu çağrılar ve söylemler Fethullah Gülen ve örgütünü tatmin etmemiş olacak ki aradan bir ay bile geçmeden, 17 Aralık’ta ve 25 Aralık’ta, yargıda ve polis teşkilatında yerleşmiş Gülen kadroları tarafından hükümeti yıkma hedefli rüşvet ve yolsuzluk operasyonu gerçekleşmiştir.
17/25 Aralık rüşvet operasyonlarının hemen öncesindeki aylar ve günlerde AKP yöneticileri, AKP Hükümeti Başbakan Yardımcıları ve bakanları; Yalçın Akdoğan, Mehmet Ali Şahin, Bülent Arınç, Bekir Bozdağ, Salih Kapusuz, Ömer Dinçer ve Emrullah İşler “MGK Kararı’nı hayata geçirmek üzere, Hükümet’in hiç bir karar almadığını, kararın yok hükmünde sayıldığını ve herhangi bir adım atılmadığını” itiraf etmişlerdir.
17/25 Aralık operasyonlarından sonra savaş sertleşmiş, 30 Ekim 2014’te yapılan MGK toplantısı sonrasında Gülen Örgütü ile ilgili olarak ilk kez “legal görünüm altında illegal faaliyet gösteren paralel devlet yapılanması” tabiri kullanılmıştır.


Peşinden, İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği’nin 19 Aralık 2014 tarihli kararı ile “Silahlı terör örgütü kurmak veya yönetmek ve paralel devlet yapılanması” oluşturmak suçlarından Fethullah Gülen hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır.
21 Ekim 2015’te ufak bir değişiklik yapılarak “terör örgütleriyle işbirliği içerisinde hareket eden paralel devlet yapılanması” tabiri kullanılmıştır.
26 Mayıs 2016 tarihli MGK toplantısı sonrasında ise “Fethullahçı Terör Örgütü adı verilen bir ihanet çetesi” denilmiş, FETÖ adı bir anlamda kayıt altına alınmıştır.
Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi’nin 16 Haziran 2016’daki kararıyla “Fethullahçı Terör Örgütü Paralel Devlet Yapılanması’nın (FETÖ/PDY) silahlı terör örgütü olduğunun kabul edilmesi” kesinleşmiştir. Sonrasındaki MGK toplantısında da “Terör örgütleriyle işbirliği yapan, ülkesine ihanet eden, Fethullahçı terör örgütü / Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)” tanımı kullanılmıştır.
15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra ise her şey değişmiş, bu sefer de Recep Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle “Allah’ın bir lütfu, sonu iyi olacak” ifadesiyle değerlendirdikleri bu olayın sonucunda OHAL ve KHK’lar dönemi başlamış, devlet fiili “Tek Adam Yönetimi”ne geçmiştir.
“Rabbim de milletim de bizi affetsin” ile başlayan günah çıkarma sözlerinin ardından 3 Ağustos 2016’da Din Şurası’nda “aynı menzile giden farklı yollardan biri olarak gördüğümüz bu yapı” tanımlamasını yaparak Fethullah Gülen ve şürekâsıyla işbirliği yapmış olduklarını tescillemiştir.
Yapılan işbirliğini göz önüne seren önemli ifadelerden biri de 19 Ekim 2016’da Darbe Araştırma Komisyonu’na konuşan eski Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün anlattıklarıdır.
Özkök: “2004 MGK Toplantısı’nda AKP Hükümeti’ni Fethullah Gülen Örgütlenmesi’ne karşı uyardık ama bir şey yapmadılar” demiştir.
SONUÇ
Fethullah Gülen yapılanmasının “Cemaat”ten “Fethullah Gülen Terör Örgütü”ne, “FETÖ”ye dönüşmesi, 2002'den itibaren, AKP iktidarında; büyük ekonomik güç elde etmesi, yargıyı tamamen ele geçirmesi, asker, polis, istihbarat alanlarında komuta kademelerini teslim almasından sonradır".
Kısaca şunu söyleyebiliriz:
FETÖ AKP’nin Kaburga Kemiğinden Yaratılmıştır.
Yasak Elmayı Birlikte Yemişlerdir.
ABD - Tanrıları,
CIA - Peygamberleri,
Yeşil dolarlar - Kitaplarıdır.
NOT: Tarihsel bilgiler için CHP’nin “FETÖ’nün Miladı” adlı raporundan yararlanılmıştır.







Yorumlar