top of page

İktidar İsteyenler Okusun - 1 (2018-Ocak)

  • Yazarın fotoğrafı: Bülent Gürsoy
    Bülent Gürsoy
  • 20 Oca 2018
  • 6 dakikada okunur

Bazen olaylar ve çözümler çok karmaşık görünür.


Karmaşıktır da aslında ama bu karmaşıklık tamamen olayın “esas”ının dışına çıkamayan karmaşıklıklardır.


Sorun çıkaran veya çözüm oluşturan şey: “esas”tır, çekirdektir, özdür.


Bir anlamda “esas”; sorunun, çözümün veya kurgunun DNA’sıdır.


Gerisi toz dumandır.


Detayları tartışırken “esas”ı kaçırmamak gerekir.


İktidar olmanın dinamiği olarak, dünya çapında da aynı “esas”ın geçerli olduğunu düşünüyorum ama özellikle konumuz olan kendi ülkemizi ele aldığımızda, belirleyici olan; “vatandaşın cebi”dir, ortadaki varlık pastasının ve gelirin paylaşımıdır.


Araştırmalar ve kayıtlar detaylı incelendiğinde, Türkiye’de çok partili demokratik seçimlerin yapıldığı 1946 yılından beri alınan seçim sonuçları göstermektedir ki; solculuk-sağcılık, muhafazakarlık-serbestlik, dindarlık-dinsizlik kavramları esasta belirleyici olmamıştır.


Bu kavramların araç olarak kullanılmış ve/veya kullanılıyor olması, işin esasını değiştirmemiştir.


Başka bir ifadeyle, ilk demokratik seçimlerden beri halkımız, gelir dağılımı ve bu dağılımın adil yapılabileceği huzurlu ve istikrarlı ortam üzerinden oy verme davranışı içerisindedir.

İçinde bulunduğumuz tüketim ekonomisine dayalı kapitalist sistemde, siyasi partiler, temsil ettikleri kitlelerin taleplerini yerine getirmek için oluşurlar ve söz konusu talepleri yerine getirebildikleri ölçekte iktidarda kalırlar.


Siyasi partiler, ülkenin toplam varlığını veya dinamik gelirlerini kime dağıttıklarına bağlı olarak güç elde eder ve o gücü ellerinde tutarlar.


1946’dan itibaren bugüne kadar yapılan seçimlerle ilgili olarak, başlangıçta rakamlara girmeden, iktidar ve/veya birinci parti olmayı sağlayan, başarı getiren; ekonomi, refah, paylaşım, huzur ve istikrar temalı sloganları, sözleri ve mesaj sözcüklerini liderlerin adlarıyla size aktararak zihninizde bir resim oluşmasına yardımcı olacağım.


ADNAN MENDERES (DP)


Yeter Söz Milletindir

Her Mahallede Bir Milyoner Yaratacağız

Kalkınan Türkiye Senin Eserindir

Büyük Türkiye

Yaptıklarımız Yapacaklarımızın Teminatıdır


SÜLEYMAN DEMİREL (AP – DYP)


Hakimiyet Milletindir

Ana Davamız Su ve Yol

Kim ne Veriyorsa 5 Lira Fazlasını Vereceğim

Kalkınma

Böyük Türkiye


BÜLENT ECEVİT (CHP – DSP)


Toprak İşleyenin Su Kullananın

Silah Gidecek Barış Gelecek

Vurguna Soyguna Sömürüye Son

Tekelleri Kuşatacağız

Ak Günlere


TURGUT ÖZAL (ANAP)


Ahirette İman, Dünyada Mekan

Benim Memurum İşini Bilir

Bir Koyup Üç Alacağız

Hedef Ortadirek


ERDAL İNÖNÜ (SHP)


Limon Gibi Sıkılmaya Hayır

Süpüreceğiz


TANSU ÇİLLER (DYP)


Her Eve İki Anahtar,


NECMETTİN ERBAKAN (MSP)


Adil Düzen


CEM UZAN (GP)


Mazot 1 Lira Olacak


TAYYİP ERDOĞAN (AKP)


Her Şey Türkiye İçin

Büyük Millet Büyük Güç Hedef 2023

Birlikte Daha Güçlü Türkiye

Yeni Atılım Dönemi

Elitler

Monşerler

Hortumcular


AKP iktidarı, bu kapsamda iktidara gelirken, önemli oranda oy deposu olan ve bir takım siyasi araçlarla da manipule edilebilecek; yoksul, varlıksız, güvencesiz, kaygılı, telaşlı, ezilmiş bir kitleyi hedef kitle olarak seçmiş ve bu kitleyi kısa sürede arkasına alabilmiştir.

Sonrasındaki süreçte de söz konusu en alt kitlenin orta sınıfa yakın olan ikinci dilimini eline geçirmiştir.


Bunu yaparken tercihlerine ve hedeflerine dayalı olarak esasa dayalı iki önemli hamle yapmıştır:


Birincisi, taraftar kitle oluşturmak için öncelikle orta kesimin elinde olan ekonomik varlığın ilerlemesini engellemiş, sonrasında da bu varlığın zayıflatılarak, kendi ölçeğinde iyileştirme yaratacak şekilde alt gruplara dağıtımını sağlamış,


İkincisi, muktedir olabilmek ve kılıcını keskinleştirmek için, orta üst ve en üst grubun elindekileri alarak, el değiştirterek, gelir dağılımı piramidinin tepesinde yandaşlarına yer açmıştır.


Bunları gerçekleştirmek ve iktidarını kalıcı kılmak için için yaptığı yan hamleler ise:

Kuvvetler ayrılığını kuvvetler birliği haline getirmek,


Yargıyı ele geçirmek,


Orduyu ele geçirmek,


Jandarma ve polisi emri altına almak olmuştur.


Sıkılmazsanız, yan hamleleri bir kenara bırakırsak esasa dayalı hamlelerin nasıl gerçekleştiğini ve iktidar için ne yapılması gerektiğini bir miktar rakamsal değerlerle açıklamaya çalışacağım.


RAKAMLARLA


Öncelikle aşağıdaki rakamları değerlendirirken 3 ayrı veri türü olduğunu fark ederek okumanız gerektiğini hatırlatmam gerekir.


MEVDUAT’a (bankalardaki para ve altınlara) dayalı veriler, SERVET’i baz alan veriler, GELİR temelindeki veriler.


Bunları da raporların yayınlanış tarihlerine göre 2014, 2016 ve 2017 yıllarından yararlanarak sizlere aktaracağım.


Ayrıca hatırlatmak isterim ki, güncel TL değerlerini algılamakta zorlanan okurlarım aşağıda vereceğim TL rakamlarındaki “milyon”u TRİLYON, “milyar”ı KATRİLYON olarak zihinlerinde canlandırsınlar.


MEVDUATA DAYALI VERİLER


Banka mevduatı olarak bakarsak;


Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu - BDDK’nın 2017 sonu raporlarına göre 1 milyon Lira ve üzeri parası olan kişi sayısı 127.000 kişi.


Bu kişilerin mevduatları toplamı da 850 milyar TL (Türkiye’nin 2018 Tahmini Bütçe Gelirlerinden fazla).


Bankada olmayan, kasalardaki ve yurtdışındaki paralar ile yastık-altı altınlar bu hesaba dahil değil.


SERVET BAZLI VERİLER


İsviçre finans devi Credit Suisse “net servet birikimi”ni, menkul ve gayrimenkul varlıkların toplamından borçların çıkarılması sonucu elde kalan miktar olarak tanımlıyor.


Kişilerin orta ve uzun vadede alım güçlerinin, toplumsal statülerinin ve siyasal etkilerinin yıllık gelirlerinden ziyade servet birikimleriyle ilişkili olduğunu göz önünde bulundurursak, servet dağılımının gelir dağılımından daha da net bir biçimde sosyal adaletin sağlanıp sağlanmadığına dair bir gösterge sunduğunu söyleyebiliriz.


Bu bağlamda,


Credit Suisse'in 2017 yılı “Küresel Servet Raporu” Türkiye bölümünün verilerine göre:

20.000.000.00 (20 milyon) TL ve üzerinde “servet”i olanlar 13 bin kişi.


1.000.000.000.00 (1 milyar) TL ve üstü “servet”e sahip (2002’de 6 kişi) olan kişi sayısı 35 kişi.

400.000 (400 bin) TL ve üzerinde “servet”e sahip olan kişi sayısı 1 milyon kişi.


GELİR TEMELLİ VERİLER


TÜRK-İŞ (Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu) “açlık ve yoksulluk sınırı” araştırması 2017 Aralık ayı sonucuna göre:


Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1.608,13 TL,


Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 5.238,32 TL oldu.


Bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyeti ise 1.989,20 TL olarak gerçekleşti.


Gelir Dağılımı ve Gini (cini) Katsayısı


Gini katsayısı, bir ülkede milli gelirin dağılımının eşit olup olmadığını ölçmeye yarayan bir katsayıdır. Katsayı 0 ile 1 arasında değerler alır ve 1’e yakın yüksek değerler daha büyük eşitsizliğe işaret eder.


İtalyan ekonomist ve istatistikçi Corrado Gini tarafından 1912 yılında geliştirilmiş, oransal bir katsayıdır.


Bir ülkede Gini katsayısı “g”, ne kadar düşükse, o ülkedeki gelir dağılımı adaleti o derece yüksek demektir.


Gini katsayısı İnsani gelişmişlik bakımından da bir ülkenin göstergesidir.


Dünyadan GINI katsayısı örnekleri:


İsveç 0,23 1. (Birinci)

Danimarka 0,24 2. (İkinci)

Türkiye 0,40 95. (Doksanbeşinci)

Güney Afrika 0,65 192. (Yüzdoksanikinci)

Namibya 0,71 193. (Yüzdoksanüçüncü)

Türkiye’nin Gini katsayısı 2001’de 0,380 iken kötüleşerek 2015’te 0,397 olmuş, 2016 yılında daha da kötüleşerek 0,404 olmuştur.


2017’de Yayınlanan Türkiye İstatistik Kurumu - TÜİK 2016 Verilerine Göre;

(Son yıllarda hesap yöntemleri tartışmalı olduğu halde)


Nüfus ölçeğinde;


Finansal sıkıntıda olma durumunu ifade eden “Ciddi Maddi Yoksunluk Oranı” yüzde 32,9

Sürekli Yoksulluk Oranı” %14,6

Yoksulluk Sınırı” %14,3 oldu.

Gelir Eşitsizliği” bir önceki yıla göre arttı.


Gelir düzeyinde ele alırsak;


Nüfusun en yüksek “gelir”e sahip %20’si (16.000.000 kişi / oransal olarak 11.000.000 seçmen) toplam gelirin % 47.2’sine sahip,


Nüfusun en düşük “gelir”e sahip %20’si (16.000.000 kişi / oransal olarak 11.000.000 seçmen) toplam gelirin % 6.2 ‘sine sahip.


Arada kalan 48 milyon kişi ise geriye kalan %46.6 mertebesindeki “gelir”i paylaşıyor.


Olaya servet olarak baktığımızda ise (2014 verilerine göre) adaletsizlik daha da büyüyor;

AKP döneminde en zengin yüzde 1'in (80.000 kişi / oransal olarak 55.000 seçmenin) “servet”ten aldığı pay 15 puan daha artarak %54'e çıktı.


AKP iktidara gelmeden önceki dönemde en zengin yüzde 1'in “toplam servet”ten aldığı pay yüzde 39.4 düzeyindeydi.


Servet dağılımı” üzerinden hesaplanan Gini katsayısı 0,843 değeriyle (1’e yaklaşarak) kötüleşmeyi çok daha net bir şekilde ortaya koyuyor.


Nüfusun en düşük “servet”e sahip %20’sinin (16.000.000 kişi / oransal olarak 11.000.000 seçmenin) toplam “servet”ten aldığı payın ise (bu sonuçlara bakıldığında) gelirden aldığı % 6.2’lik paydan çok daha düşük olacağı tahmin edilebilir (hesaplanmış değerler içerisinde net rakam bulunmadığından sizlere aktaramıyorum).


ÖZETLE


Girişte bahsettiğim kavramlar ve rakamsal olarak aktarmaya çalıştığım veriler ışığında,


AKP iktidarı;


hedef kitlesi olan ciddi maddi yoksunluk oranı %32.9 dahilindeki yoksullara, diğer araçlarla yanına çektiği orta kesimden bir kitleyi de ekleyerek, bu toplam kitleyi, destekler ve yardımlarla, yeni oluşturduğu parti devletine bağımlı hale getirerek, gelirlerinde kendi gelirleri içerisinde oransal olarak ufak iyileştirmeler yaparak ve diğer siyasal araçları ile medyadan oluşan büyük propaganda makinesini kullanarak, oylarını %35-45 aralığında sürekli konsolide ediyor.


Bunu yaparken de esasen, sağdan-soldan Cumhuriyet değerlerine sahip orta kesimin ana gövdesinin gelirlerini azaltıyor ve servetini eritiyor.


Ancak, verilerin de ortaya koyduğu üzere asıl olarak, kendi üst sınıf zenginlerini yaratıyor, gelirlerin ve servetin büyük kısmını sürekli iktidar ve yıkılmaz güç emeliyle küçük bir grup halindeki yandaşlarına aktarıyor.


Yoksul kesimler ve orta kesimin alt tabakasının olan bitenin farkına varması, ancak bir ekonomik krizden sonra gerçeklik düzeyine çıkabilir görünüyor.


Dolayısıyla,


Yeni bir iddia ile ortaya çıkacak herhangi bir siyasi partinin bilmesi gereken şudur:

“Sürekli Yoksulluk” tanımına giren, en düşük gelire sahip 12 milyon vatandaşımıza,

2 KAT GELİR” vaat edilmelidir.


Örnek olarak belirtecek olursak: Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırındaki adam başına düşen 1.300 TL olan geliri 2.600 TL’ye çıkarılmalıdır.


Bir üst kısımdaki 12 milyon “Yoksul” vatandaşımıza da yaşam koşullarının büyük ölçekte iyileştirileceği anlatılmalıdır.


Bu artış, orta sınıfın varlıklarından değil, AKP iktidarının yoktan var ettiği, yandaşlardan oluşan, haksız zenginleşen, hırsız, arsız, soyguncu sınıfın varlıklarından geri-dönüşümle sağlanmalıdır.


Örneğin:


Türkiye’nin 2018 yılı gelir bütçesi olan 763 milyar TL’nin %6.2’si 47 milyar TL yapıyor.

En alt %20’lik 16 milyon kişi bu 47 milyarı paylaşıyor.


Söz konusu olan şey, bu rakamın iki katına çıkarılıp çıkarılamayacağı.


Nasıl olabilir diye düşündüğümüzde akla şunlar geliyor:


Suriyelilere verildiği AKP Genel Başkanınca ifade edilen paranın 30 milyar Dolar (120 Milyar TL) olduğu,


Babec Zencani’nin Zarrab eliyle dağıttığını mahkemede ifade ettiği rüşvetin 8.5 milyar dolar (33 milyar TL) olduğu,


Yurt dışına kaçırıldığı ve hortumlandığı düşünülen paraların da bu rakamların çok üstünde olduğu, son yıllarda ele geçirilerek açıklanan bir takım uluslararası belgelerden anlaşılıyor.

Demek ki bu paralar var ki, normal ekonominin resmi bütçesi dışında yer alabiliyor.

Bu paralar bulunup, ilaveten nüfusun en yüksek gelirli; %1, %5 ve/veya %20’sinin gelirlerinin küçük bir kısmı yeniden dengeleme yaparak, en yoksul %20’ye ve ikinci %20’lik dilime dağıtılırsa, nüfusun %40’ına karşılık gelen 20 milyonun üzerinde seçmenin yer aldığı bu kesimlerin geliri %100’e varan ölçekte artıyor.


Bu çözümün, ekonominin de canlanmasıyla, her sene tekrarlandığını düşünürsek, yoksul kesim kendi ölçeğinde varsıllaşıyor.


Bu kapsamda, hedefteki 30 milyon nüfus ve 20 milyon seçmenin gelişimi, yan etkileriyle, 40-50 milyon nüfus ve yaklaşık 30 milyon seçmeni etki alanına alacaktır.


Bu bakış açısıyla “Tüketim Ekonomisi” ölçeğinde değerlendirildiğinde,


Alt kesimlerdeki gelir artışları sayesinde Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler - KOBİ’ler de rahatlayacak,


Toplumun; küçük memur, emekli, küçük esnaf, küçük çiftçi, düşük ve sabit gelirli kesimlerini oluşturan orta kesim (ortadirek) de nefes alacaktır,


Bu sürecin sonucunda da ekonomide yeni kurulacak dengelerle “Üretim Ekonomisi”ne geçilebilecektir.


Sonuç itibarıyla,


İktidar olmak isteyen bir siyasi parti;


Öncelikle, elde olan ve elde edeceği serveti ve geliri kimlere nasıl dağıtacağını ifade edebilmeli,


Hedef davranışına göre anlatımını sloganlaştırabilmeli,


Söylediğini yapabileceğine dönük gücü olduğunu; kadro, tavır ve söylemleriyle gösterebilmeli,


Ve

İnandırıcı olmalıdır.


İktidar olduğunda da;


Söylediğini gerçekleştirmelidir.


İKTİDARIN ANAHTARI


“YOKSUL’a 2 KAT GELİR” ve ekonomide “ADİL GERİ-DÖNÜŞÜM PROGRAMI”dır.

Yorumlar


bottom of page