top of page

İyi & Kötü

  • Yazarın fotoğrafı: Bülent Gürsoy
    Bülent Gürsoy
  • 30 Mar 2020
  • 6 dakikada okunur

İçinde bulunduğumuz uygarlık düzeyine nasıl ulaştık?

Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı’mızın dizelerinde yazdığı gibi, “Medeniyet dediğin, tek dişi kalmış canavar” mı gerçekten?

Hayatım boyunca merak ettim:

Bir takım insanlar;


Diğer insanları yönetmek,


Onları önce gerek iç gerekse dış düşmanla korkutup, sonra sözüm ona koruma altına almak aldatmacasıyla eli sopalı veya güne göre değişen araçlarla silahlı ekipler kurmak,


O ekipleri beslemek iddiasıyla ellerinden zor koşullarda ürettikleri ürünlerini almak,


Aldığı ürünlerle zenginleşmek, sonra daha çok korkutmak ve onları köleleştirerek karın tokluğuna çalıştırmak,


Elde edilen zenginlik ve bedava işgücü ile daha daha korkutmak için devasa yapılar inşa etmek,


Bunlarla da yetinmemek ve başka insan topluluklarının; topraklarına, mallarına, canlarına göz dikmek duygusunu nereden ediniyorlar?

Bu duyguyla, yapmak istediklerini gerçekleştirmek üzere, insanların bilgisizliğini kullanarak, doğanın ürettiği korku kaynaklarını; güneşi, ayı, ateşi, yıldırımı, şimşeği ve depremi yaratanı tanrılaştırma duygularını yöneterek, kendilerini tanrı temsilcisi veya zamanla tanrı olarak gösterme veya koşullara bağlı olarak gerektiğinde etten kemikten yapılı bir takım insanları tanrı temsilcisi olarak yanlarında sunma becerisini nereden ediniyorlar.

Bu nasıl duygudur ki kendileri dışında kalan tüm insanları çağlar boyunca değişik yöntemlerle köleleştirme ve sömürme yetkisini kendilerinde görebiliyorlar?

Hangi duygu, kendi ömürlerine sığmayacak kadar büyük hayalleri onlara kurduruyor?

Hangi duyguyla ki kendileri gibi bir insan grubuyla etkileşip; ekipleşebiliyor, organize olabiliyor, örgütlenebiliyorlar?

Prensler, Beyler, Hanlar, Krallar, Sultanlar ve İmparatorlar olabiliyorlar…


ree
Bunu yıllarca önyargısızca düşündüm.
Halen de düşünüyorum.

Ortaya çıkan yönetsel yapılar içinde zaman zaman beliren istisnaları bir kenara bırakacak olursak, aslında "o kötü insanlar"; insanların hiçbir konfora sahip olmadıkları, kendilerini güvende hissetmedikleri ve doğayla mücadele etmekte çok zorlandıkları dönemlerde; zorla, zulümle, şiddetle, baskıyla, organize emek yaratarak, o toplam emekle, önce kendileri için ama sonuçta insanlığa mal olan bir uygarlık yarattılar.

O uygarlığı sadece kendileri için yaratmaları mümkün değildi.

Organizasyonları büyüdükçe ve büyük topluluklar halinde yaşama zorunluluğu arttıkça, farklı görev tanımları ortaya çıktıkça, yönetim merkezinin; ikinci, üçüncü, dördüncü halkalarının, yaratılmış olan uygarlığın olanaklarından yaralanma talepleri gündeme geldikçe,


O uygarlığı yaratanlar, yarattıkları uygarlığın ürünlerini geniş bir kitleyle paylaşmak zorunda kaldılar.

Gelişen uygarlık ve o uygarlığın ürünleri; kurumsal yapıların oluşması, güvenlik, beslenme, giyinme, barınma ve sağlık olanaklarının artması, ulaşım ve iletişim araçlarının gelişmesi, bilginin paylaşılması, her türlü günlük kullanım araçlarının gelişmesi ve tümünün yaygınlaşmasına neden oldu.

Devlet ve hukuk kurumları ortaya çıktı.

Temel dönüm noktalarına baktığımızda; Rönesans ile aydınlanma çağı yaşandı, birinci ve ikinci sanayi devrimleri gerçekleşti, bilgi çağı evresine geçildi, artık internet çağındayız.

Üretim araçları zamanla gelişti ve modernleşti, yaşam koşulları iyileşti.

İyileşen koşullarda üretim biçimleri de değişti.


Teknolojiyle birlikte; mal, ürün ve hizmet elde etmek kolaylaştı.


İnsanlar çoğaldıkça emeği organize etmek adına tüketim ekonomisine geçildi.


İnsanlar tüketime yönlendirildi, tüketebilmeleri için farklı sınıflarda çalışmaya odaklandırıldı.

Aslında, insanoğlunun "emek ve bilgi toplamı"nın büyük hayallerin yapı inşasına kanalize edilme biçimleri değişti.

Tüm bu gelişmeler elde edilene kadar ve çalışma koşulları nispeten iyileşene kadar, insanlar zor koşullarda, “yaşamak için” çalıştılar. Önemli bir kesimiyle, çalışmaya da devam ediyorlar.

Gelişen uygarlığın tüm ürünlerinin eşit ya da dengeli dağıtıldığını söylemek çok zor tabii.

Ancak, özellikle bilginin dağılımının eşit ve ucuz bir şekilde gerçekleştiğini kısa bir süre sonra da ücretsiz olarak dağılacağını rahatlıkla ifade edebilirim.

İnsan nüfusunun büyük çoğunluğunun, en başta, barınma ve ısınma olanakları olmak üzere; modern tarımın getirileriyle, temel beslenme için gerekli gıdaya, gelişen şehircilik uygulamalarıyla, içilebilir temiz suya, sağlıktaki gelişmelerle, eskisine oranla daha uzun yaşam sürelerine ve teknolojinin sunduğu büyük olanaklarla; ulaşım, iletişim başta olmak üzere modern yaşamın her türlü kolaylığına kavuştuğunu söyleyebiliriz.

İnsan nüfusundaki hızlı artışı göz ardı etmeden, bunun handikap oluşturuyor olduğunu da ortaya koyarak, henüz tüm dünyanın bu olanaklara kavuşamadığını belirtmek zorundayım.

Ancak, kavuşmaması için de bir neden yok demekte zorlanmam.

Doğayı ve dünyayı yıpratarak elde ettiğimiz uygarlık düzeyinin kazandırdığı yeni olanaklarla, tükettiklerimizi kısmen de olsa yerine koyarak ve bozduklarımızı onararak kazanımlarımızı sürdürülebilir hale getirebiliriz.

Fosil yakıtlardan giderek uzaklaşma ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, küresel iklim değişikliğinin temiz enerji ile önlenmesi çabaları, üretimde yeni teknolojiler kullanarak kirliliğin ve sağlıksız üretim yöntemlerinin terk edilmeye başlanması, yapay zeka ve robotların kullanımı ile gerek insani çalışma koşullarının iyileşmesi gerekse verimliliğin arttırılarak sürekli ve kaliteli üretimin gerçekleştirilmesinin sağlanması çabalarını iyimser bir tablo için veri olarak kabul edebiliriz.

Bu noktada insanlık tarihinin önemli keşif ve icatlarını da sırasıyla hatırlatmak isterim:

ree

Milyonlarca yıl önce ATEŞ, 25000 yıl önce TARIM, 7000 yıl önce ÇİVİ, 5500 yıl önce; YAZI, SABAN ve TEKERLEK, 4800 yıl önce SABUN, 2200 yıl önce KÂĞIT,

904 yılında BARUT, 1296 yılında MODERN PUSULA, 1439 yılında MODERN MATBAA MAKİNESİ, 750 yılında OPTİK (1284’te GÖZLÜK, 1608’de TELESKOP, 1625’te MİKROSKOP), 1698’de BUHAR MAKİNESİ, 1796’da ARABA ve AŞI, 1821’de ELEKTRİK, 1859’da İÇTEN YANMALI MOTOR, 1876’da TELEFON, 1879’da AMPUL, 1903’te UÇAK, 1926’da SIVI YAKITLI ROKET, 1928’de PENİSİLİN, 1945’te SAYISAL BİLGİSAYAR, 1947’de TRANSİSTÖR, 1960’ta NÜKLEER FÜZYON, 1975’te KİŞİSEL BİLGİSAYAR, 1990’da İNTERNET


ree

Büyük gelişmelerin son birkaç yüzyılda yaşandığını ve inanılmaz gelişmelerin son yetmiş/seksen yılda gerçekleştiğini de gözden kaçırmayalım.

Şimdi fotoğrafa üstten bakacak olursak,

Buraya kadar yapmış olduğum özet değerlendirme ile kulağa pek de hoş gelmeyen şu çıkarımda bulunabiliyorum:

“Uygarlık, kötü insanların omuzları üzerinde yükselmiştir.”


ree

Bundan sonraki gelişmeler için de şunu ifade etmek istiyorum:

“Dünyayı, robotların üretimine kadarki noktaya, 'insanlığın toplam emeği'ni, kafalarındaki uygarlığı yaratmak üzere kullanan (tabir doğruysa) ‘kötü insanlar’ getirdi, bundan sonraki süreci de onlar yönetmeye çalışacaklar. Yapay zekâlı robotları ise (üretim aşamalarında yer alan) ‘iyi insanlar’ yönetirse, dünya hiç olmadığı kadar güzel ve yaşanabilir bir gezegen olacak.”


ree

Buraya kadarki gelişmeleri anlatırken, uygarlıktan ve 'kötü insanlar'dan bahsettim. Onların iyi işler yapmış olabileceklerinden söz ettim.

Biraz kafa karışıklığı yaratmış olabilirim.

Buradan itibaren, iyi ve kötü kavramı üzerinde de bir miktar durmak istiyorum.

İyi & Kötü Kavramları / Felsefesi

Din, etik ve felsefede 'iyi ve kötü'; “ahlâk bakımından olumlu bir anlam taşıyan iyi” ile “olumsuz bir çağrışım uyandıran kötü”nün simgelediği; nesne, istek ve davranışlar bütünü olarak tanımlanıyor.

Maniheist kültürler ile İbrahimi dinler , kötü kavramını iyinin karşıtı olarak görüyor ve kötülüğün yok edilmesi gerektiğini savunuyor. Budizm'den etkilenmiş inanç sistemleri ise iyi ve kötünün gerçekte bir anlam ifade etmediğini, bu kavramların her ikisinin de ortadan kaldırılıp Monizme ulaşılması gerektiğini vurguluyor.

Ne iyi?, ne kötü? Bunu değerlendirmek için anlık (insana göre saatlik, dünyaya göre yüzlerce yıllık, evrene göre milyonlarca yıllık) olayları analiz etmek yeterli değil.

Bu konuyu en iyi açıkladığını düşündüğüm kavram, bana göre, Budizm’e dayalı Çin felsefesinde İyi & Kötü ikiliği kavramını karşılayan Yin ile Yang kavramıdır.


ree

Yin ve Yang, evrenin ve doğanın işleyiş düzeneklerini anlatan bir öğretidir.

'Yin & Yang'a göre: Her şey hiçlikten doğar ve ardından kutuplaşma başlar. Değişim ve kutuplaşma aynı süreçte işler. Kutuplar birbirinin özünü karşıtında barındırır. Yaygın olarak iyilik ve kötülüğün simgesi olarak bilinen Yin ile Yang'ın, kuram olarak ahlaki değerlerle hiçbir ilgisi yoktur. Kuram, bir şeyi ne iyi olarak ne de kötü olarak ele alır. Aksine, tümüyle evrenin gerçekleri üzerine kuruludur ve evreni karşıtların dinamiği olarak inceler.

Dolayısıyla, bu bakış açısıyla değerlendirdiğimizde, insanlığın binlerce yıldır yaşamsal olarak kötü olarak algıladığı süreçler, evrenin gerçekleri üzerine kurulu olgular ve o olguların zamanda yarattığı iyileşme akımlarıdır.

Spinoza’ya göre de;

İyi & kötü, bizim için ve bize göre iyi & kötüdür.

Kendinde iyi & kötü söz konusu değildir.

Şeylere dair bütün iyi & kötü temelli düşüncelerimiz de, aslen, şeylerle ilgili daha önceki deneyimlerimize dayanır.

İyi & kötü, bu açıdan, değişkendir.

Spinoza için, her insanın özünde; varlığını korumak, sürdürmek ve güçlendirmek vardır.

İyi & kötü, kendi varlığını sürdürme çabasıyla (conatus) bağlantılıdır.

İyi & kötü etkilenimler, bedenin varlığında sürüp gitme çabasını destekleyen veyahut köstekleyen hallerdir.

Bu notlarla, 'iyi ve kötü'ye felsefi bakış açısını bir miktar verebildiğimi düşünüyorum.

Şimdi, tekrar; anlık, günlük, yıllık, onyıllık, yüzyıllık kesitlerimize dönersek,

Aslında birbirini; yaratan, tetikleyen, rekabet oluşturan, geliştiren, hangisinin gerçekte iyi veya kötü olduğunu kısa kesitte tam olarak bilmediğimiz kavramlarından, önceki deneyimlerimize dayanarak, bir seçim yapmak durumunda olacaksak, seçimimizi oluşturabilmek adına, akademisyen İsmail Topkaya’nın değerlendirmelerinden bir kesitle, iyi ile kötü arasındaki davranış biçimlerine de bir göz atalım:

İsmail Topkaya bir makalesinde özetle diyor ki,

“Toplumsal alanda kötülüğün tek başına zor olduğunu söyleyebiliriz. Kötülerin, eylemlerini kötülüğe dönüştürebilmeleri için büyümeleri gerekir. Bu nedenle, kötüler kolay örgütlenir.

İyiler ise zor örgütlenirler. Çünkü ihtiyaç duymazlar. Örgütlenmeye ihtiyaç duymaması da iyiliklerindendir.

Hırsızlık yapmamak, yalan söylememek ve tecavüz etmemek için örgütlenen görülmüş müdür?


İyiler ancak, bunları yaptırmamak üzere örgütlenebilirler.

Örgütlenme işi öncelikle ve doğası gereği ya 'karşı olmak' ya da 'ele geçirmek' için gereklidir.

İyilik, ele geçirme gibi bir amacı olmayan naif bir durumdur.

Taş devrinde, taşı kendi hemcinsini yaralamak ve bertaraf etmek için gerektiğinde bir araya gelerek kullanabilmiştir kötüler. İyiler, taşa karşı savunmak için örgütlenebilirler.

Tarım toplumunda; üretileni çalmak, toprağa el koymak gibi amaçlarla örgütlenebilmiştir kötüler. İyiler çaldırmamak için örgütlenebilirler.

Sonraki toplumsal değişim dönemlerinde; köleliği kurumsallaştırma, endüstri toplumlarında ise sömürme adına örgütlenme yapabilmiştir kötüler. İyiler, köleliğe ve sömürüye karşı örgütlenebilirler.

İyilerin örgütlenmesi; kötülerin örgütlülüğünden zarara uğramama üzerine oluşan bir durumdur.

Rönesans ve aydınlanma hareketleri, reformlar, demokrasi mücadeleleri, kadın hakları, insan hakları, hayvan hakları, işçi hakları ve benzeri tüm yapı ve örgütlenmeler bu ihtiyacın ürünüdür.”


ree

Sonuç itibarıyla,

İyiler olmayı seçerek, dünyanın geleceğini belirleyecek süreçlerin deneyimlediğimiz iyiliklere uygun olarak iyiler tarafından yönetilmesi adına örgütlenmemiz gerekiyor.

İyiler ve iyilik örgütlenmesiyle,

Dünyayı ve doğasını, üzerindeki canlı cansız her şeyle;

Denizleriyle, nehirleriyle, gölleriyle, dağlarıyla, ovalarıyla,


Ağaçlarıyla, çiçekleriyle, börtü-böcek ve kuşlarıyla, koruyarak,

İnsanlığın huzur içinde yaşayabileceği ; tatlı, küçük, mavi, güzel gezegen haline getirmek için,

Ne gerekiyorsa yapmalıyız.

Gelecekte dünya, iyilerin örgütlenerek yöneteceği; iyi, doğru, güzel kavramlarının her nefeste hissedileceği bir yer olmalı.

Bunu başaracak her şey var elimizde.

İnanıyorum.

Yorumlar


bottom of page