Kum Saati Zamanı
- Bülent Gürsoy
- 20 Ara 2017
- 2 dakikada okunur
Değerli dostlar bugün biraz kafa karıştıralım.
Çokluğun içinde yokluğu veya birliğin içinde tekilliği kavramaya çalışalım.
Bu düşünsel aramayla durumumuzu gözden geçirdiğimizde,
Özellikle; İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropol illerde, curcuna ve koşuşturma içerisinde yaşamımızı tükettiğimizi görüyoruz.
Dönüp baktığımızda da birbirimize “zaman nasıl da hızlı geçti değil mi” diyoruz.
Zaman hepimizin ortak noktası gibi duruyor.
Aslı öyle midir ki hepimiz aynı şekilde, “durup düşünmeye”, “o”nu bulamıyoruz.
Zaman deyince bir çoğumuz kolumuzdaki saate bakıp ölçtüğümüz veya; günleri, haftaları, ayları, yılları saydığımız somut bir kesiti algılıyoruz.
Bu şekilde ölçtüğümüz “zaman” bizim standart zamanımız, karşısında hepimizin eşit olduğu, aynılaştığı “bir” içinde bulunma kesiti.
Zaman’ın kabul edilmiş tanımları da şöyle:
Vikipedi: “Zaman veya vakit, ölçülmüş veya ölçülebilen bir dönem, uzaysal boyutu olmayan bir süreklilik”tir diyor.
TDK ise: “Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit” olarak tanımlıyor.
Zaman ölçülürken, tekrarlanan hareketleri olan gökcisimleri esas alınıyor ama doğrusu Sezyum atomunun hareket sayısı.
Sezyum atomu yaklaşık 9 milyar kere titreşim yapar ki bu kadar titreşimi yaptığı zaman bir saniye geçmiş sayılır. En doğru zaman ölçümü bu şekilde yapılıyor.
Bu çok acayip bir şey değil mi ? 9 milyar titreşim 1 saniye …
Bu bilgiler “ölçülebilir zaman”ı tanımlıyor.
Oysa zaman kavramı, insanoğlu tarafından bakıldığında bana göre hiç kimse için eşit akmıyor ve ölçülebilir bir durum değil.
Bu, çocukluğumdan beri benim kendi farkındalığım.
“Yeni bir şey söylemiyorsun” diyenleriniz çıkacaktır.
Haklısınız.
Albert Einstein (Aynştayn) zamanı “göreli” olarak değerlendirir ve bunu çok güzel bir örnekle anlatır:
“Bir adam güzel bir kızla oturup bir saat geçirdiğinde, bu süre kendisine bir dakika gibi gelir. Bir de onu, bir dakika için sıcak bir fırının üzerine oturtun; bu süre ona bir saatten daha uzun gelecektir. İşte görelilik budur!” der.
Ben çok zaman farkındalık yaratmak için, “1 dakika ne kadar uzun bir süredir biliyor musun” diye, eşe dosta 60 saniyeyi saydırıyorum.
Bazen de özellikle bir yere gitmek için hazırlanırken bir saatin ne kadar çabuk geçtiğini, daha yaşanırken, o anda, farkındalık düzeyine çıkarıyorum.
Bunları yaparken; eşime, dostuma, yakınlarıma, içinde bulundukları kendilerine ait dünyanın zamanıyla kendi dışlarında kalan dünya varlıklarının zamanının eşit akmadığını anlatmaya çalışıyorum.
Herhangi bir; olayda, işte, durumda, karşılarındaki insanlardan beklentilerinin kendi ölçebildikleri zamana göre karşılanamayacağını söylemeye çalışıyorum.
Bunu yaparken de kum saati örneğini kullanıyorum.
“Herkesin içinde bir kum saati vardır” diyorum.
“Herkesin, her olayda ve durumda değişen kum miktarının o kum saatinde harcadığı ölçülebilir zaman kadardır geçen süre” diyorum.
“Herhangi bir durumda, karşımdaki insandan beklediğim; hamle, hareket, karar süresi o insanın kum saatine göre işler” diyorum.
Bu bakış açısı bana sabır ve dinginlik kazandırıyor.
Bu sabır ve dinginlik hali atalete sebep oluyor diye düşünmeyin.
Burada başka bir bilimsel buluş devreye giriyor.
Yine Aynştayn’ın buluşuna göre: “Bir cisim hareket ediyorsa o cisim için zaman daha yavaş akar”.
Bu bilimsel kavramlar sanki bizim dışımızda, gerçekliğini hissedemediğimiz, evrensel, uzaysal şeyler gibi duruyor. Öyle olduğunu düşünüyoruz çoğumuz.
Oysa,
“İşleyen demir ışıldar” sözünü hatırladığımızda bilimi gerçek yaşama indirmiş oluyoruz.
Hiç bu şekilde düşündünüz mü?
Bu sözün temelinde yatan şey, ”daha dinamik olur ve hızlı hareket edersen zaman yavaşlar ve daha genç kalırsın, zamanı daha çok kullanma şansı elde edersin” anlamına gelmiyor mu?
Bence öyle.
Kendi adıma söyleyeyim, ben bunu yapıyorum; hızlı davranıp, çok çalışıp, çok üretip, kendi evrenimdeki zamanı yavaşlatıyorum.
Bundan çok da keyif alıyorum ve mutlu oluyorum.
Hep birlikte mutlu olmak da elimizde.
Farklı farklı da olsa kum saatlerimiz işliyor.
Hep birlikte kumlarımızı birbirimize ayarlayıp, dinamizm kazanalım mı, daha çok hareket ederek kendi zamanımızı yavaşlatırken kendi zaman evrenimizi genişletip bize zulmedenlerin zamanlarını hızlandırıp evrenlerini daraltalım mı?
Aynı frekanstaki kendi eşdeğer evrenimizden gidişlerini kolaylaştıralım mı?
Ne dersiniz, yapabilir miyiz.
Kafanız karışmadıysa,
Tamam diyorsanız,
“HADİ BAŞLAYALIM”







Yorumlar