top of page

Sağ Siyasi Damarlar ve Doğu Sorunu (3) Déjà vu Hissi

  • Yazarın fotoğrafı: Bülent Gürsoy
    Bülent Gürsoy
  • 3 Ağu 2021
  • 31 dakikada okunur


“Sağ Siyasi Damarlar ve Doğu Sorunu (1)” başlıklı ilk yazımda, bu yazı dizisinin; neleri içerdiğini, kaynaklarını, genel tanımlarını yaparak ve konunun kavramsal ve tarihsel/siyasal arka planını aktararak, “1945-1980 yılları arasında Türk Sağı’nın Merkez Sağ’a göre daha uçta kalan ve doktriner akımları olan Uç Sağ’ın Kürt meselesine bakışının incelenmesi hedeflenmektedir.” ifadesini kullanmış ve ”İlerleyen bölümlerde tanımlayacağımız kategorilerin başlıkları: Seküler Türkçü-Turancılar, Anaakım Milliyetçiler, Anaakım İslâmcılar ve Radikal İslâmcılar’dır." diye belirtmiştim.


Sağ Siyasi Damarlar ve Doğu Sorunu (1)” başlıklı yazımı bu bağlantıdan okuyabilirsiniz.



“Sağ Siyasi Damarlar ve Doğu Sorunu (2)" başlıklı yazımda ise “Seküler Türkçü-Turancılar ve Kürtler” konusunu ele aldım.


“Sağ Siyasi Damarlar ve Doğu Sorunu (2)” başlıklı yazımı bu bağlantıdan okuyabilirsiniz.


Bu yazımda; güvenlik, kimlik ve kalkınma kavramları çerçevesinde söz konusu kategorilerin ikincisini irdeliyoruz.


Anaakım Milliyetçiler ve Kürtler

Anaakım Milliyetçiler çok partili hayata geçişle birlikte ortaya çıkmış, Soğuk Savaş sürecinde parti olarak MP-CKMP-MHP çizgisiyle temsil edilmiştir. Ayrıca 1950’lerde “Türk Milliyetçiler Derneği”, 1960’lar ve 1970’lerde “Komünizmle Mücadele Dernekleri” ve “Ülkü Ocakları” Anaakım Milliyetçiler’in önemli yapıları olmuşlardır.


Soğuk Savaş sürecinde genel olarak şu yayınlarla temsil edilmişlerdir:


Serdengeçti (1947-1962), Toprak (1954-1979), Millî Yol (1962), Millî Hareket (1966-1971), Devlet (1969-1978), Ayşe-Töre (1969-1980), Genç Arkadaş (1975-1979), Hasret (1975-1979), Nizâm-ı Âlem (1979) ve Kon (1979).



ree


Anaakım Milliyetçiler, Türkiye’de milliyetçiliğin İslâm’la irtibat haline geçmesiyle ortaya çıkmış ve genel olarak “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” ya da “Türk-İslâm Sentezi” söylemini benimsemişlerdir.


Anaakım Milliyetçiler’in önemli düşünürlerinden, gazeteci Galip Erdem, Türkiye’de sağ ve solun en doğru tarifinin milliyetçilik kriteri aracılığıyla yapılabileceğini söylemekte ve bir siyasi partinin milliyetçi olduğu nispette sağcı olduğunu öne sürmektedir. Dincileri ya da siyasi ümmetçileri, Türklüğü ikinci plana ittiğinden veya var saymadığından dolayı milliyetçiliğe aykırı görmekte ve onları her beynelmilelci hareket gibi sol olarak ele almaktadır.


1970’li yıllarda Ülkü Ocağı Başkanlığı yapan Lütfü Şehsuvaroğlu, sağcılığın “hafif meşrep milliyetçi”, “hafif meşrep Müslüman” ve daha çok AP’li (Merkez Sağ) olmak anlamına geldiğini ifade etmiştir. Şehsuvaroğlu, sağcılığın "dini sömüren" şeklinde algılandığını ve iktisadi görüşünün kapitalizm olduğunu belirtmiş, “sağcılık” yerine “ülkücülük” veya “milliyetçilik” kavramlarını önermiştir.


Muharrem Çakar da Devlet dergisinde sağ-sol tasnifini ele almış ve kapitalizmin “kapital”e yani materyalizme dayanmasından dolayı onu komünizmle birlikte sol ideoloji olarak değerlendirmiştir. Çakır, sağ ve sol ideolojiler arasındaki temel farkın üretim araçlarının kimde olacağı meselesi olduğunu söylemekte, öteki türlü her iki ideolojinin de enternasyonalist, emperyalist ve maneviyata karşı olduğunun altını çizmektedir.


Bu kesimin sağcılığı kabul etmemesinin bir gerekçesi de kendilerini İslâmcılardan ayırmaktır.


Dolayısıyla Anaakım Milliyetçiler, kendilerini “Milliyetçi” ya da “Ülkücü” şeklinde tanımlayarak kendilerini hem soldan hem de İslâmcılardan ayırmışlardır.


1. GÜVENLİK: “TÜRKİYE’NİN BEKASI”


Soğuk Savaş sürecinde Anaakım Milliyetçiler, genel olarak Kürt meselesini güvenlik ekseninde tartışmış ve bu meselenin Türkiye’nin bekasını tehdit ettiğini öne sürmüşlerdir. Bu kesim Türkiye’de Kürt meselesinin oluşmasında, dış mihrakların/dış tehditlerin ve onların maşası olarak gördükleri iç dinamiklerin/iç tehditlerin rolünün temel etken olduğunu düşünmektedirler. Bu minvalde Anaakım Milliyetçiler’e göre devlet, dış mihraklar ve iç dinamiklerin Kürt meselesine dair rolünü engellerse, başka bir ifadeyle Türkiye’nin güvenliğini sağlarsa, Kürt meselesi kendiliğinden çözülür.


Dış tehditler, başta Rusya olmak üzere; İngilizler, Amerikalılar ve Yahudilerdir. Ayrıca Molla Mustafa Barzani Rus dış tehdidinin Türkiye’deki emellerini gerçekleştiren “maşa” şeklinde ele alınmakta ve yurtdışındaki Kürtler de Kürt meselesi hususunda Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden “Kürtçü” unsurlar arasında sayılmaktadır.


1.1. Dış Tehditler: “Osmanlı’nın Yıkılmasının Müsebbibi Moskof”


Turan ülküsüne ait olduğu iddia edilen coğrafyanın Rusların hâkimiyeti altında ve bu coğrafyada Türklerin “baskı” altında olması, Türkiye’de milliyetçilerin, 93 Harbi’nden beri Osmanlı’nın yok olması kaygısının sorumlusu olarak Rusya’yı (Moskof!) işaret etmeleri ve onları ezeli düşman olarak görmeleri, Türklüğü besleyen; Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, İsmail Gaspıralı, Zeki Velidi Togan gibi ideologların Rusya’nın işgal ettiği topraklardan Türkiye’ye gelmesi Anaakım milliyetçilerde anti-Rus düşüncesinin etkisinin olmasına neden olmuştur.


Namık Kemal Zeybek, Soğuk Savaş sürecinde "komünizmin gelmesinden ziyade Rusların işgaline uğrama korkusu"nun milliyetçi kesimde daha ağır bastığını ifade etmektedir.


Tüm bu gerekçelerden dolayı milliyetçi akımlar, Kürt meselesinde Rus tehdidine ilk dikkati çekenler olmuştur.


Osman Yüksel Serdengeçti, Rusların “Kürtçülüğü körüklediği”ni belirterek, “Şurada kala kala küçük bir vatanımız ve 18 milyon halkımız kaldı. Bu bir parça vatanın şarkı garbı mı olur? Bu bir avuç milletin Türkü, Kürdü mü olur? Şark yok! Garp yok! Sadece bir vatan var! Türk yok! Kürtyok! Sadece bir millet var!..” ifadelerini kullanmıştır.


Alparslan Türkeş’in CKMP’nin genel başkanı olmasıyla yayın hayatına başlayan ve Ülkücü Hareket’in yayın organı olan Millî Hareket de Kürt meselesini Rus dış mihrakı üzerinden açıklayacaktır.


Türkeş, derginin ikinci sayısında, “Zaman zaman seslerini yükseltmesini bilen bir avuç maceracı insan ‘biz Kürdüz’ diyerek Millî bütünlüğümüze kastetmekte müstakil Kürt devleti, Kürt bayrağı hayali içinde muzir çalışmalar yapmaktadır.” demektedir.


Anaakım Milliyetçiler’in önemli isimlerinden Orhan Türkdoğan, Rusların Kürtçülük hareketi aracılığıyla Türkiye’deki emellerine ulaşmak istediğini vurgulamıştır. Türkdoğan, “Türk Jeopolitiğinin Hedefleri” adlı yazısında, Türkiye’nin stratejik olarak önemli bir coğrafyada olduğunu, bu sebeple birçok devletin Türkiye üzerinde oyunlar oynadığını ve bu oyunlardan birinin de “komünist enternasyonel” ile “kapitalist ideolojiler”in ortaklaşa tezgâha koydukları Kürtçülük olduğunu öne sürmektedir.


Türkdoğan’ın yanı sıra Emine Işınsu da Rusların KGB aracılığıyla Doğu Anadolu’da yaşayan vatandaşlar arasında Türk-Kürt ayrılığı yaratmaya çalıştığını ve kendini Kürt kabul eden vatandaşları ise KGB’nin silahlandırdığını ve teşkilatlandırdığını iddia etmektedir.


Akif Tarakçı ise “Sovyetler Birliğinin Türkiye Politikası” adlı yazısında, Şam ve Beyrut’taki Sovyet Büyükelçilikleri’nin Türkiye’deki Kürt meselesi ile meşgul olduğunu ve Sovyetler’in Türkiye’deki emellerine ulaşmak için Kürtleri esas müttefik gördüklerini belirtmektedir.


Doğuya uzanan, emperyalist elleri kıracağız!” kapağıyla çıkan Kon Dergisi de Kürt meselesi hususunda dış tehditlere vurgu yapmaktadır. Doğu’ya özel çıkan bu dergi kendisine dış mihrakların özellikle Rusların Doğu üzerindeki oyunlarını deşifre misyonu edinmiş gibidir. Hayri Başbuğ “Kon Çıkarken” adlı yazısında, “Moskof emperyalizminin Doğu Türkiye toprakları üzerinde, eskiden beri gözü olduğu”nu belirtmiş ve bu çerçevede Rusların ülkemizde huzursuzluk çıkarmak istediğini öne sürmüştür. Başbuğ, tarihte Türk-Kürt, Alevi-Sünni ayrımı yapıp kardeşi kardeşe düşürenlerin “Rus, İngiliz, Amerika gibi sömürücü güçlerin ajanları ve işbirlikçileri” olduğunu iddia etmiştir. Başbuğ yazısında devleti, Doğu’yu ihmal etmekle ve dış mihraklara karşı pasif kalmakla suçlamakta ve Doğulu halkı Rus dış tehdidine karşı harekete geçmeye çağırmaktadır:


Doğulu kardeş! Davran, kendine gel. Hep beraber ve birlikte. DOĞU’da oynanan oyunların üstüne gidip, Moskof Emperyalizminin paslı zincirlerini var gücümüzle kıralım ve balyoz denli yumruklarımızı indirelim kafalarına hainlerin ve mezhep kışkırtıcılarının…


Bu dergide Abdurrahman Öncel de “Rençberler, Irgatlar, Koçerler Ey Ehl-i İslâm Uyan!..” başlıklı yazısında, aynı soydan gelen insanların ayrı ırktan geliyormuş gibi dış güçler tarafından kışkırtarak ayaklandırılmak istenildiğini, kimi “Türkiye’yi karıştırmak isteyen solcu partiler”in de buna hizmet ettiğini söylemiştir. Öncel tıpkı Başbuğ gibi insanları; Rus, Çin ve Ermeni dış tehditlerine karşı harekete geçmeye çağırmıştır:


“Ey Doğunun rençberleri, ırgatları, koçerleri; genci, ihtiyarı, erkeği, kadını, Kur’an-ı Kerimi kendine rehber edinen, Ey Hazreti Muhammed Mustafa’nın ümmetinin fertleri, daha ne zamana kadar uyuyacaksınız? Moskof ve Çin gavuru gelip kapınıza dayandı. Silkin, kendine gel!… Yeter bunca uyuman! Yeter artık! Kalk!.. Bak etrafına. Bak ki, Moskof, Çin ve Ermeni-Taşnak veletleri neler yapıyor? Nelerle uğraşıyor bir gör. Gör ki, bütün bunlara hadlerini bildir. Haydi davran, göreyim seni yiğidim. Yiğit doğulum, mert delikanlım!.. Ver elini bana. Ben ve sen omuz omuza direnelim bu kızıl gidişata. Haydi durma!..”


Kürt meselesinde Ruslarla ilişkili olarak Molla Mustafa Barzani de dış tehdit şeklinde tartışılmıştır. Anaakım Milliyetçiler’in önemli isimlerinden İsmet Tümtürk, Barzani’nin Kürt meselesi hususunda Türkiye’yi karıştırmak istediğini öne sürmüş, “Doğunun Derdine Çare” adlı sansasyonel yazısında, Doğu halkının Türklüğünü “eğreti” bulmuş ve oradaki kaçakçılığı engellemenin yolu olarak “çelikten disiplini ve yakıcı Türklük sevgisiyle” Kazak ve Kırgız göçmenlerini silahlarıyla Doğu sınırına yerleştirmeyi önermiştir. Bu şekilde Doğu’nun da kalkınacağını iddia etmektedir. Bu dönemde Çin yönetiminde baskı gören Kazak ve Kırgızlar Batı’ya göç etmekte ve Tümtürk de göç eden Kazak ve Kırgızların Türkiye’nin Doğusu’na yerleştirilmesini önermektedir.


Tümtürk’ün bu yazılarının yanı sıra Millî Yol’da yayınlanan başka bir yazıda, Türkiye’nin Irak sınırının güvenliği olmadığı, Ruslardan destek alan “koyu kızıl ve Türk düşmanı Barzani”nin güçlenmekte olduğu ve onun amacının Türkiye’nin Güney ve Doğu kısımlarını da içine alan “Rus peyki bir Kürdistan” kurmak olduğu belirtilmiştir.


Anaakım Milliyetçiler, Ruslar ile Barzani arasında ilişki kurduğu gibi Barzani ile Türkiye’deki “Kürtçüler” arasında da ilişki kurmuşlardır. Alpay Ceng Bahadıroğlu, Türkiye’nin Doğusu’ndaki Kürtçülerin Barzani ile temas kurduklarını ve karşılıklı yardımlaştıklarını savlamıştır. Ayrıca Barzani’nin gelecekteki Kürdistan için arzuladığı sınırların Malatya-Sivas’a kadar uzandığını ifade etmiş ve bu çerçevede Barzani’den gerek maddi gerekse fikri destek alan Türkiye’deki Kürtçülerin boş durmayacaklarının altını çizmiştir.


Anaakım Milliyetçiler, özellikle Barzani ile Irak merkezî yönetimi arasında imzalanan 1970 Özerklik Anlaşması sürecine dikkat kesilmiştir. Zira bu anlaşmaya göre Kürtlerin yoğun olduğu yerlerin yönetimi Kürtlere bırakılıyor ve bu çerçevede Kerkük’ün Kürtlere bırakılma ihtimali ortaya çıkıyordu. Bu anlaşmaya göre Irak merkezî yönetimi ile Barzani arasında kurulması planlanan özerk Kürdistan’ın sınırları konusunda mutabakata varılamayınca, nüfus sayımı da gündeme gelmiştir. Bu ihtimali göz önüne alan Tayfur Ketenci, Kerkük’ün Kürtlerin yönetimi altına girmesi halinde oradaki Türklerin eğitimlerine Kürtçe devam edeceklerini söylemiş ve böylelikle Türklerin birkaç nesil sonra Kürtleşeceği tehlikesine dikkat çekmiştir. Ayrıca Kerkük’ün Kürtlerin egemenliğine girmesi halinde bu durumun Türkiye’deki Kürtçüleri de cesaretlendireceğini belirtmiştir. Tüm bunlardan dolayı Türk hükümetinin Kerkük’ün Kürtlerin başkenti olmasına izin vermeyeceğini, daha doğrusu vermemesi gerektiğini ifade etmektedir.


Anaakım Milliyetçiler, Ruslar ve onla ilişki olarak Barzani’yi Türkiye’nin Kürt meselesi konusunda temel dış tehdit gösterdiği gibi yurtdışında yaşayan Kürtçüleri de dış tehdit olarak işaretlemiştir. Aclan Sayılgan, “Kerkük Üzerinde Kürtlerin Oynadığı Kumar” adlı yazısında, 1962-1963 yılları arasında bazı Kürtçü liderlerle Almanya’da karşılaştığından bahsetmektedir. Bunlardan ilki, “NAZİ işbirlikçisi olduğu için Hollanda vatandaşlığından kovulmuş, kendi yurdunda haymatlos (vatansız) olarak yaşayan Silvio Van Roy”dur. Sayılgan, Roy’un “Kurdish Facts” adlı bir dergi çıkarttığını ve görünmez kaynaklardan “büyük yardım” gördüğünü öne sürmüştür. Ayrıca yazıya göre Roy Kürtçülükle ilgili en sistematik bibliyografyayı toplar ve Avrupa’da bağlantıları geniştir. Sayılgan’ın tanıdığı diğer Kürtçü lider Stuttgart Üniversitesi’nde Sümeroloji asistanı Hilmi Abbas’dır. Yazara göre Abbas’ta; Giritlilik, Arnavutluluk ve Türklük vardır ama o “asla Kürt değil”dir. Almanya’daki faaliyetleri için Abbas da Roy gibi bazı devletler tarafından desteklenmektedir. Sayılgan’ın Almanya’da tanıdığı üçüncü Kürtçü, “kavgacı ve fanatik genç” Cemal Nabaş’tır. O da Batılı devletlerin gözbebeğidir. Son olarak ise “yaşlı” Abdülkadir ile tanışır. Abdülkadir, Batılılara kendini antikomünist olarak kabul ettirmiş olmakla birlikte komünist bloktan gelen Kürtçülerle temas halindedir. Sayılgan, “gerek Doğu gerek Batı blokunda yaşayan kürtçülerin hepsi”nin Barzani’yi lider olarak kabul ettiğini belirtmektedir. Ona göre, Avrupa’daki Kürtçü ajanlar aracılığıyla hem Batılı hem de komünist ülkeler Barzani’ye destek çıkmakta ve böylece Barzani’nin Irak’ta niçin pes etmediği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.


Dolayısıyla Anaakım Milliyetçiler, yurtdışında yaşayan Kürtçülerin Ruslardan ve Batılı devlerden aldıkları desteklerle Kürt meselesi üzerinden Türkiye’nin altını oyduğuna inanmaktadırlar.


Genel olarak Anaakım Milliyetçiler, Türkiye’de Kürt meselesini oluşturan ve büyüten olarak; Rusya, Barzani ve yurtdışındaki Kürtçüleri “dış tehdit” olarak kodlamışlardır. Bu kesime göre Türkiye’de Kürt meselesi esas olarak dış tehditlerin faaliyetlerinden dolayı oluşmaktadır.


1.2. İç Tehditler: “Komünist-Kürtçüler”


Anaakım Milliyetçiler’e göre bazı “Kürtçü partiler”, yapılar ve aydınlar Kürt meselesi hususunda tehdit oluşturmaktadır. Anaakım Milliyetçiler bu iç tehditlerin genellikle dış tehditlerle birlikte hareket ettiğini, hatta onların “maşa”sı olduğunu öne sürmektedirler. İç tehditler, çoğunlukla dış tehditlerin ya da dış mihrakların hesabına çalışan, kendi aklıyla/iradesiyle hareket edemeyen piyonlar şeklinde değerlendirilir.


1.2.1. Kürtçü Partiler: YTP, TİP ve CHP


Uç Sağ, 1960 sonrası kurulan kimi siyasi partileri bölgecilik yapmakla, Doğu’nun geri kalmışlığını sömürmekle suçlamıştır. Özellikle demokrasinin zaafı olarak gördükleri oy kaygısından dolayı bazı partilerin bölgecilik yaptıklarını iddia etmiştir. Onlara göre çok partili hayata geçildiği 1946 yılından itibaren kimi partiler oy almak için bölgecilik yapmış, kimi partiler ise oy kaybedeceği endişesiyle bölgecilik yapanlara ses çıkarmamıştır. Bu durumu, Anaakım Milliyetçiler’den Galip Erdem, Devlet Dergisi'nde İlteriş Metin müstearıyla şu şekilde belirtir:


“Hele 1946 yılından sonra, demokrasinin büyük zaafı oy endişesinden dolayı bölücülük çalışmalarına karşı yeterli tedbir alınamamıştır. Üstelik Doğu’da geri kalmışlık söz konusu olduğu için genelde aşiret ağalarının ya da şeyhlerin desteklediği kişiler seçilmektedir.”


Bu çerçevede Uç Sağ’a göre, gerek Doğu halkı gerekse Doğu vekilleri suiistimal edilmeye açıktır. Abdülhadi Topaloğlu da “Doğunun Siyasi Dramı” adlı yazısında, ülkede demokrasinin çok olmadığını, aşiretlerin baskın olduğu Doğu bölgemizde ise hiç olmadığını belirtmiş ve Doğu’da okumuş yazmış avukat, doktor yerine Meclis’e ağa ve şeyh çocuklarının ya da onların desteklediği kişilerin girdiğini söylemiştir. Bu kişilerin ise suiistimale açık olduğunu iddia etmiştir.


Anaakım Milliyetçiler, kimi partileri “Kürtçü parti” şeklinde yaftalamış ve bu dönemde genel olarak; YTP, TİP ve CHP’yi “Kürtçü parti” şeklinde tartışmışlardır.


Anaakım Milliyetçiler’in dergilerinden Millî Yol, 28 Eylül 1962 tarihli sayısının kapağına, üç YTP vekili; Yusuf Azizoğlu, Müslih Görentaş ve Recai İskenderoğlu’nun fotoğraflarını koymuş ve onları hedef göstermiştir. Yazıda, Meclis’te İskenderoğlu’nun Türk milliyetçilerini ırkçı olarak tanımlamasına yer vermiş ve onu eleştirmiştir. Dergi, İskenderoğlu’nun oğlunun Barzani ile bağlantılı olduğu iddialarına da yer vermiştir. Ayrıca İskenderoğlu’nun Yusuf Azizoğlu’nun grubundan olduğunu öne sürecek ve bu grubun Türklüğün zararına güttüğü bazı gayelerinin olduğunu söyleyecektir.


Anaakım Milliyetçiler’in bir başka yayın organı Millî Hareket de YTP’nin Doğu’da bölgecilik yaparak oy aldığını iddia etmiş ve bu partideki lider değişikliğini gündemine almıştır. Partide Ekrem Alican gitmiş, yerine İrfan Aksu gelmiştir. Dergiye göre, Alican liderliği boyunca bölgeciliğe karşı durmuş ancak parti içindeki bölgecilerin cephe alması sonucu eli kolu bağlanmış ve partideki bölgeciliğe mani olamamıştır. Dergi bu sebeple Alican’ın genel başkanlıktan çekildiğini söylemiştir. Yeni yönetimle birlikte “parti kademelerinde Kürtçülük idealine bağlı kimseler[in] ekseriyette” olduğu ifade edilmiştir. Derginin iddiasına göre, YTP içindeki bölgeciler, dikkatleri üzerlerine toplamamak için “politikada silik bir şahsiyet” olan İrfan Aksu’yu genel başkan yapmışlardır. “Kürtçülük idealine” sahip olan Yusuf Azizoğlu böyle bir görevi bu sebeple istememiştir. Millî Hareket, YTP’nin ilerleyen günlerde bir TİP veya CHP kadar tehlikeli olabileceğini belirtmekte, ancak Türkiye’de “müstakil bir Kürdistan hayali besleyenlerin az olması”nın gönüllere ferahlık verdiğini de dile getirmektedir. Ayrıca bu dergide, Yusuf Azizoğlu’na Kürtçülükten dolayı Meclis araştırması açıldığına dair bir haber de yayınlanmıştır.


Anaakım Milliyetçiler, YTP’yi “Kürt Milliyetçisi Parti” şeklinde ele almışlardır. Ancak bu kesim, esas olarak TİP ve CHP’yi “Kürtçü Parti” olarak yaftalamıştır.


Anaakım Milliyetçiler nazarında TİP, “bölücü komünist-Kürtçü parti”dir. Anaakım Milliyetçiler TİP’i “komünist metotlar ile çalışan Marks, Lenin ve Engels hayranı aşırı bir parti” şeklinde tanımlamakta ve “ipleri”nin dışarıda olduğu tipik bir solcu parti olmakla itham etmektedirler. Parti ayrıca “Türkiye’deki en tehlikeli siyasi teşekkül” şeklinde anılmıştır.


Millî Hareket’teki “Kürtçüler Sahnede” adlı yazıda, “kökleri dışarıda komünist Kürtçüler” ile TİP’in Diyarbakır’da miting düzenlediği belirtilmektedir. Mitingde “Kürt kardeşlerim” şeklinde hitap edilmesinin ileride sorunlara yol açacağı vurgulanmış, TİP’lilerin ve Kürtçülerin Doğu’lu kardeşlerimizin cehaletinden faydalanmak istedikleri iddia edilmiştir. Ayrıca, bu mitinglerde CKMP’nin hedef seçildiği söylenmiş ve dergi, CKMP’nin Doğu Mitingleri’ne dair yayınladığı bildiriye yer vermiştir. Bildiride, partilerine yönelik ırkçı nitelemesi ve Doğulu vatandaşlara karşı iyi niyet beslemediklerine dair propaganda yapıldığı ileri sürülmektedir. Ayrıca bildiride, TİP’in “Kürtçülük kışkırtması yaparak, doğunun temiz ve mert vatan evlâtlarını kandırmaya çalıştığı” iddia edilmektedir. Diyarbakır’da düzenlenen mitingin ise Türk vatanının bütünlüğünü parçalamaya yönelik olduğu vurgulanmıştır.


Millî Hareket, Kasım 1967’deki sayısında da Doğu Mitingleri’ni tartışacaktır. Bu sayısında, Hükümetin yapamadığını vatandaşların yapmaya çalıştığını iddia etmekte ve Diyarbakır’daki mitingden sonra “VATANDAŞIN” imzasıyla milliyetçilerin bildiri yayınladığını belirtmektedir. Bildiride, mitinglerde alenen Kürtçülük propagandası yapıldığı ve meselenin “geri kalmış Şark” davasından çıkarılıp “Kürt-Türk davası” haline getirildiği söylenmiş ve devamında şunlar ifade edilmiştir: “Hatipler kürsüye âdeta Kürt kardeşlerim demek için çıktı. Halk tahrik edildi, Türk’lere, devlete velhasıl her şeye karşı isyana davet edildi. Halka inatla ve ısrarla; siz Kürtsünüz, diliniz ayrı, ırkınız ayrı dendi ve alkışlanması sağlandı.”


Doğu Mitingleri, 1967 yılından sonra, yine TİP öncülüğünde 1969’da; Diyarbakır, Suruç, Hilvan, Varto, Siverek ve Lice’de düzenlenmiştir. Bu mitingler de 1967’de olduğu gibi Doğu’nun geri kalmışlığını konu edinmiştir. Emine Işınsu, “Doğu Anadolu Türklerinden Ne İstiyorsunuz?” adlı bir yazısında, Hilvan’da düzenlenen Doğu Mitingleri’ni konu edinmiş ve hukuk öğrencisi Kemal Bingöl’ün mitingdeki konuşmasını irdelemiştir. Işınsu, Bingöl’ün şu sözlerini eleştirecektir: “Açız dediğimiz zaman bize sınır kapılarını gösteriyorlar. Biz buraları terk etseydik, Sümerler, Etiler zamanında giderdik. Buradan gidecek kimse varsa, o da sınır kapılarını gösterenlerdir.”


Işınsu, “Sümer ve Etilerin torunu oldukları” tezini Avrupa’daki Kürtçülerin telkin ettiğini iddia etmektedir. Yazının sonunda ise Hilvan mitinginin düpedüz Anayasa’ya aykırı olduğunu öne sürmüş ve savcıları göreve çağırmıştır.


Anaakım Milliyetçiler, devletin TİP üzerinde baskıyı arttırmasını ve sonrasında kapatılmasını memnuniyetle karşılamışlardır. Sözgelimi Devlet dergisi 26 Ekim 1970’teki sayısında TİP’li Tarık Ziya Ekinci ve Canip Yıldırım’ın tutuklanmalarına yer vermiştir. Bu dergi, 9 Kasım 1970’teki sayısında TİP’in, ileride kapatılmasına gerekçe olacak olan, dördüncü kurultayındaki “Kürt halkının haklı ve demokratik mücadelesini” tanıma ve destekleme görüşüne yer vermiştir. Devlet, “TİP Kongresi ve Bir İttifakın Anlamı” başlıklı yazıda, TİP’in bu hamlesini “kürtçü-komünist ittifakı ilan edildi” şeklinde duyurmuştur. Yazı, komünistlerin neden Kürtçülerle böyle bir ittifak yaptığını irdelemiş ve komünistlerin Türkiye’de sınıf çatışması çıkaracak bir vasatın mevcut olmamasından dolayı Aleviler ve Kürtleri tahrik ederek kendi iktidarlarına giden anarşik vasatı doğurmaya çalıştığını iddia etmiştir. Devamında ise Alevileri tahrik etmeye çalışan ancak başarılı olamayan komünistlerin, emperyalist devletlerin de yardımıyla Kürtleri tahrik etmeye çalıştığını söylemiş ve TİP’in kurultayında Kürtleri tanımasını bu şekilde değerlendirmiştir. Dergi, 26 Temmuz 1971’deki sayısında, “Marksist-Leninist ve Bölücü TİP Kapatıldı” başlığıyla TİP’in Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldığını duyuracaktır.


Anaakım Milliyetçiler’in “Kürtçü” ithamlarına maruz kalan son parti ise CHP’dir. 1960’larda YTP ve daha çok TİP “Kürtçü parti” nitelemesine maruz kalırken 1970’lerse ise CHP buna maruz kalacaktır. Anaakım Milliyetçiler, CHP’yi özellikle 1970’lerdeki politikalarından dolayı iktidara gelmek için bölgecilik yapmakla itham etmişlerdir. CHP, “Ortanın Solu” çizgisini benimsemesinden sonra zaman zaman Uç Sağ’ın “komünist” suçlamalarına maruz kalmıştır. Sözgelimi Bugün gazetesi 24 Aralık 1966 tarihli nüshasında “Ortanın Solu, Örtülü bir Sosyalizmdir” şeklinde bir haber yayınlamıştır. Hâlbuki CHP’nin Ortanın Solu’ndan kastı, daha çok ekonomik olarak devletçiliğe vurguyu arttırmasıdır. CHP, 1960’larda TİP’le el birliği yapmakla, 1970’lerde ise alenen Kürtçülük yapmakla suçlanmıştır. Bunda, CHP’nin sol söylemle Doğu’dan oy almasının etkisi büyüktür. Öyle ki, 1970’lerde Doğu’da etkili olan iki parti, CHP ile MSP’dir. Bu çerçevede Uç Sağ, CHP’yi Kürt meselesinde zaman zaman hedef tahtasına oturtmuştur.



ree


CHP’ye Kürtçü parti suçlamasında bulunanların başında MHP’nin yayın organı Devlet gelmektedir. Devlet, özellikle 1970’lerdeki nüshalarında CHP’yi bölgecilik yapmakla ve Kürtleri istismar etmekle suçlamıştır. Dergi, 3 Mart 1975’teki sayısında, Erzincan’da meydana gelen olayların sorumlusunun TÖB-DER ve CHP olduğunu iddia etmiş, oradaki gösterilerde, “Kahrolsun Türkler”, “Yaşasın Bağımsız Kürdistan” sloganlarının atıldığını ve CHP’liler ve komünistlerin Sünni-Alevi ayrımını ve Kürtçülüğü körüklediğini öne sürmüştür. 1975’in Haziran ayında, İkinci MC Hükümetinin Başbakan Yardımcısı Alparslan Türkeş, Diyarbakır’a gezi düzenlemiş ve sonrasında olaylar patlak vermiştir. İşte CHP, Diyarbakır olaylarının sorumlusu “bölücüleri” kanatları altına almakla sorumlu tutulmuştur.


Devlet’in 30 Haziran 1975’teki kapağı da bunu doğrular niteliktedir: “Diyarbakır olaylarının içyüzü: Türk devletini yıkmak isteyen bölücüler CHP etekleri altına sığınıyor.” şeklindedir. Haberin içeriğinde, Diyarbakır’daki olayları CHP’li komünistlerin düzenlediği öne sürülmüştür. Dergi Türkeş’in de açıklamalarına yer vermiş ve Türkeş, CHP Gençlik Kolları, TÖB-DER, Doğu Kültür Dernekleri’nin bu olayları düzenlediğini, Diyarbakır halkının ise olaylarla bir bağlantısının olmadığını iddia etmiştir. Diyarbakır Olayları Meclis’te de gündeme gelmiş, CHP’li Mahmut Uyanık verdiği soru önergesinde başka illerden gelen komandoların caddelerde arabalarla “Savulun Türkler geliyor. Kürtler Moskova’ya” şeklinde bağırmasıyla halkın tahrik olduğunu ve olaylarını patlak verdiğini dile getirmiştir. Türkeş bu önergeye verdiği cevapta, iddiaları reddetmiş, olayların çıkmasında Diyarbakır halkının rol oynamadığını, CHP’li milletvekillerin ve militanların, TÖB-DER yöneticilerinin ve bazı bölücü derneklerin etkili olduğunu söylemiştir. Devlet’in başka bir sayısında ise CHP’nin komünist ve bölücüler tarafından ele geçirildiği öne sürülmüş ve “vatansever CHP’lilere” partilerine sahip çıkmaları yönünde çağrı yapılmıştır. 10 Kasım 1975’teki sayısında ise Türkiye’deki anarşinin önlenmesi için “CHP’nin bölücüleri himaye dışında bırakması” gerektiği söylenmiştir.


CHP’nin 1978’nin sonunda AP’den 11 milletvekili transfer ederek iktidara gelmesi sonrası Anaakım Milliyetçiler’in CHP’ye eleştirileri artacak ve CHP adeta “komünist-Kürtçüleri kollayan parti” şeklinde değerlendirilecektir. Alparslan Türkeş CHP’nin iktidarı döneminde, dış mihrakların Kürtler ile Alevileri vatanı bölmek maksadıyla kullandığını belirtmiştir. Ayrıca Ecevit Hükümetinin “Marksist bölücü derneklere” soruşturma açmadığını bilakis himaye ettiğini, yerine ise onlarla mücadele eden Ülkücüleri anarşinin kaynağı şeklinde yaftaladığını ve ülkücülere baskı kurduğunu ileri sürmüştür.


Bu dönemde CHP’nin 49’lar Olayı’nda ve 12 Mart sürecinde yargılanan Şerafettin Elçi’yi Bayındırlık Bakanı yapması başta Anaakım Milliyetçiler olmak üzere Uç Sağca sıkça eleştirilmiştir. Elçi, Bakanlığı döneminde “Türkiye’de Kürtler var, ben Kürdüm” şeklinde açıklama yapmış ve bu açıklamasından dolayı yargılanmış, iki yıl üç ay cezaya çarptırılmıştır.


Elçi’den sonra Bayındırlık Bakanlığı yapan AP’li Selahattin Kılıç ise CHP’nin Bayındırlık Bakanlığı’na ayrımcılığı ve bölücülüğü soktuğunu iddia etmiştir. O süreçte kendisi de Meclis’te bulunan Sadi Somuncuoğlu, CHP’ye dışarıdan enjekte edilen 20-25 kişilik Marksist-Leninist, Kürtçü bir grubun bulunduğunu ve bunların giderek CHP’ye hâkim olduğunu öne sürmüştür.


Zaman zaman Anaakım Milliyetçiler, CHP’nin “komünist-Kürtçülüğü”nü yayınlarında manşete de taşımışlardır: Devlet dergisinin 26 Nisan 1976’daki kapağı “Türkiye’deki komünist partililerin, Maocuların ve bölücülerin resmî amblemleriyle katıldıkları resmî CHP mitinginde halklara özgürlük istendi. CHP nereye gidiyor?” şeklindedir. Bu dönemde Anaakım Milliyetçiler, CHP’nin “komünistlere” sahip çıktığını ve 70’lerdeki anarşinin sorumlusu olduğunu sık sık dile getirmişlerdir.


Alparslan Türkeş, kendisini 1944’te Irkçılık-Turancılık Davası’ndan tutuklayan CHP ile Ecevit CHP’sini kıyaslamış ve 1944 CHP’sini daha iyi bulmuştur: Ona göre, öncelikle 1944 CHP’si vatansever ve Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve milletin birliği konusunda hassastır. Ayrıca o dönemki CHP’nin antikomünist çizgide olduğunu da vurgulamıştır. 1970’lerdeki Ecevit CHP’sinin ise Türkiye’de demokrasiyi yıkıp komünist bir rejimi getirmek isteyenlerle beraber olduğunu öne sürmüştür. Hatta Ecevit’in Yugoslav Federal Anayasası’nı incelediğini, kapalı kapılar arkasında Doğulu kardeşlerimize “Doğuya muhtariyet vermek”ten bahsettiğini ileri sürmüştür.


Dolayısıyla Anaakım Milliyetçiler için Ecevit CHP’si politikalarıyla Tek-Parti CHP’sini aratır hale gelmiştir.


1.2.2. Kürtçü Yapılar: TÖB-DER ve DDKO


Anaakım Milliyetçiler; YTP, TİP ve CHP’yi “Kürtçü parti” olarak ele almanın yanı sıra TÖB-DER ve DDKO’yu da “Kürtçü yapılar” şeklinde değerlendirmiş ve Kürt meselesi üzerinden Türkiye’nin güvenliğini tehdit ettiğini öne sürmüştür. DKKO, 1960’ların sonunda kurulan Türkiye’deki Kürt Hareketi’nin ilk özerk oluşumu, TÖB-DER de solcu ve Kürt Hareketi’ne yakın öğretmenlerin olduğu bir sendikadır. Özellikle 1970’lerdeki Doğu’daki faaliyetlerinden ötürü “Kürtçü” yapı olarak kodlanmıştır. Anaakım Milliyetçiler de bu iki yapıyı “Kürtçü” olmakla ve Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmekle itham etmişlerdir.


12 Mart’a giden süreçte devlet DDKO’ya operasyon yapmış ve Devlet Dergisi’nin, 26 Ekim 1970’teki sayısında Gültekin Yücel, “Bir İhanet Yuvası” adlı yazısında, DDKO’nun akıl hocalarının oldukça kurnaz olduklarını söylemiş zira DDKO’ya, “ilk başta masum” görünen ama “Türk milletini parçalayacak bir isim” bulduklarını belirtmiştir. DDKO’nun amacını ise şu sözlerle ifade etmiştir yazar: “İstedikleri, Doğu Anadolu bölgesinin farklı bir kültüre sahip olduğunu göstermekten ziyade, aynı bölgede oturan ve târihten gelen bazı şartlardan ötürü; Türkçe, Farsça ve Arapça kırması bir dille konuşan Türk vatandaşlarında ayrı bir millete mensubîyet şuuru uyandırmaktır.” Sonrasında da “Kürt” kelimesini açıkça ifade edemedikleri için “Doğu Kültürü” tabirini seçtiklerini ifade etmiştir. Yücel yazısını, Kürtçe konuşma hakkı istemesinden ötürü DDKO’nun “tam bir ihanet” yuvası olduğunu vurgulayarak bitirmiştir.


DDKO’nun yanı sıra TÖB-DER de Anaakım Milliyetçiler’in “Kürtçü yapı” ithamlarına maruz kalacaktır. Yine Devlet dergisinin 24 Şubat 1975’teki sayısının kapağı, “Öğretmen Kuruluşu mu Ayaklanma Teşkilatı mı? Anarşiyi Yurda Yayan TÖB-DER Kapatılmalıdır” şeklindedir.


Anaakım Milliyetçiler, TÖB-DER ile CHP arasında bağlantı kurmuş ve bu iki “Kürtçü” yapının Kürt meselesi üzerinden Türkiye’nin güvenliğini tehdit ettiğini öne sürmüşlerdir. MHP’li Sadi Somuncuoğlu, Meclis’te yaptığı konuşmada 1978 yılında CHP’nin, başa geçmesiyle; Millî Eğitim’i TÖB-DER’e, Emniyet’i POL-DER’e, çalışma hayatını ise DİSK’e verdiğini belirtmiştir.


TÖB-DER, Anaakım Milliyetçiler tarafından, Erzincan olayı gibi Doğu’da çıkan kimi olayların sorumlusu olarak gösterilmiş, Alevi-Sünni ayrımını ve Kürtçülüğü körüklediği iddia edilmiştir. Türkeş’in Diyarbakır’a gitmesinden dolayı çıkan olayların müsebbibi olarak da CHP’nin yanı sıra TÖB-DER ve Devrimci Doğu Kültür Dernekleri gösterilmiştir.


Sadi Somuncuoğlu, TÖB-DER’in yaptığı eğitim kurultayını Meclis’e taşımış ve bu kurultayda, ırkçı ve asimilasyoncu eğitime son verilmesini, herkese kendi dilinde eğitim hakkı tanınmasını, Roja Welad gazetesi üzerindeki baskıların kaldırılmasını ve halklara kendi kaderini tayin hakkı verilmesini isteyen “bölücü” ve “devlete açık ihaneti içeren” kararlarını alındığını aktarmış ve yetkilileri göreve çağırmıştır.


MHP, MC hükümetleri aracılığıyla iktidar olduğu dönemde TÖB-DER’le doğrudan mücadele etmiştir: Bu dönemde ÜLKÜ-BİR yönetim kurulu üyesi Ayvaz Gökdemir, Öğretmen Okulları Genel Müdürlüğü’ne atanmış ve görev yaptığı iki yıl boyunca, birçok TÖB-DER üyesi öğretmeni “komünist” ve “bölücü” oldukları gerekçesiyle görevinden uzaklaştırmış ya da sürgün etmiştir. CHP’li Süleyman Yıldırım, öğretmenlerin “Kürt ve komünist” ithamları çerçevesinde sürülmesini Meclis’te eleştirmiştir. Dönemin militan ülkücülerinden Muhittin Çolak anılarında, “Ayvaz Gökdemir’in Necdet Özkaya’nın Millî Eğitim’de yaptıkları akıl dolu çalışmalar sayesinde Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde bölücülere set çeken yiğitler”in ortaya çıktığını söylemiştir.


Dolayısıyla Anaakım Milliyetçiler, DDKO ve TÖB-DER’i faaliyetlerinden ötürü “Kürtçü” ve “ihanet yuvası” şeklinde değerlendirmiş ve Kürt meselesi konusunda Türkiye’nin güvenliğini tehdit ettiğini söylemiştir. Bu iki yapı, Kürt meselesi hususunda “iç tehdit” olarak kodlanmış ve devlet, Türkiye’nin güvenliğini sağlamak için bu yapılara karşı faaliyete geçmeye çağrılmıştır.


1.2.3. Kürtçü Aydınlar ve Dergiler


Anaakım Milliyetçiler’den Osman Yüksel Serdengeçti, Türkiye’de Kürtçülük akımının oluşmasında “Şarklı münevverler”in etkili olduğunu öne sürmektedir. Serdengeçti, “Şarklı münevverler” Rusya’nın nasıl olsa “bu cahil insanlara” ayrı bir Kürdistan kurduracağını düşünmekte ve Kürtleri kendilerine bağlamanın planlarını yapmaktadırlar. Başka bir deyişle kurulacak yeni devlette önemli mevkilere gelmek için aydınların Kürt meselesini körüklediğini iddia etmektedir.


Ayrıca Anaakım Milliyetçiler zaman zaman bazı dergileri “Kürtçülük” yapmakla suçlamışlardır. Anaakım Milliyetçiler, kimi aydınları ve dergileri Kürt meselesini oluşturmakla ve körüklemekle suçlamış ve “iç tehdit” olarak ele almışlardır. Musa Anter, Tarık Ziya Ekinci, Kemal Burkay gibi Kürt aydınların, Dicle-Fırat (1962-1963), Deng (Ses-1963), Yeni Akış (1966) gibi Kürt yanlısı dergilerin yanında Barış Dünyası Dergisi ve Ahmet Hamdi Başar’ı hedef almışlardır.


Millî Yol Dergisi’nde “Barış Dünyasında Neler Oluyor” adlı yazıda, bu derginin Kürtlerin ana dilde eğitim görmesi gerektiği sözlerine yer verilmiş ve ona cevaben şunlar söylenmiştir:


“Mesleği CHP’cilik güderek o taraftan bir kısım okuyucu celbetmek ve bu ele geçen okuyuculara ‘ilim’ yoluyla aşırı sosyalistlik aşılamak olan, okuyucusu çok az 15 günlük bir dergidir. Sayfalarında komünistlik eğilimi olanlar da kum gibi.”


Ayrıca Millî Yol, Başar’ı da Türklüğe karşı olmakla itham etmiştir. Anaakım Milliyetçiler, “Kürtçü” aydınlara karşı yerli ve millî aydınlara düşen görevleri de ele almışlardır. Bir dönem Ülkü Ocakları Başkanlığı da yapan Ali Batman, “Aydın-Halk Yabancılaşmasına Son” adlı yazısında, dış güçlerin tahriki ile bazı Türk insanların Kürt, Alevi gibi benlik davasına düşüp dış güçlerin oyunlarına geldiğini ileri sürmüştür.


Orhan Türkdoğan da Kürtçüler karşısında aydınlara düşen görevlerden bahsetmiş, Pers etkisinden dolayı kendi dillerini kaybedip başka dil konuşan Kürtlere karşı aydınlara ve devlete sorumluluk düştüğünü söylemiş, aydınlar ve devlet, hem Kürtçülere karşı mücadele etmeli hem de Kürtlere “Türklüğünü” hatırlatmalıdır demiştir.


1.2.4. Gayri Millî İslâmcılar: “Siyasi Ümmetçiler”


Anaakım Milliyetçiler İslâmcıları, “siyasi ümmetçi” şeklinde ele almış ve gayri millî olmakla, Arap ideolojisinin uşağı ve Kürt meselesinde Türkiye’nin altını oymakla suçlamışlardır.


Dolayısıyla Anaakım Milliyetçiler de İslâmcıları Kürt meselesi hususunda “iç tehdit” olarak ele almışlardır.


İskender Öksüz, “Ayhan Tuğcugil” müstearıyla bu meseleye eğilmiş ve Kürtçülüğün bir kolunun sosyalizmle diğer kolunun ise siyasi ümmetçilerle menfaat birliği halinde Türk devletine cephe aldığını öne sürmüştür. İskender Öksüz ve Sadi Somuncuoğlu ile yapılan görüşmelerde, İslâmcıları başta “Ecmainciler” olarak itham ettiklerini sonradan “siyasi ümmetçi” kavramını kullanmaya başladıklarını ifade etmişlerdir.


Öksüz, siyasi ümmetçilerin terminolojisinde ve zihninde millet kavramı olmadığını sadece ırk kavramının olduğunu söylemektedir. Türk’ün Türkiye’de hâkim ırk olduğunu dolayısıyla “millet”i temsil ettiğini ve bu çerçevede Türk milletini savunmanın ırkçılık ya da kavmiyetçilik olmadığını öne sürmektedir. Ancak siyasi ümmetçilerin milleti savunan Türkçüleri ırkçılıkla itham ettiğini, ırkçılık ya da kavmiyetçilik yapan Kürtçülerin faaliyetlerini ise demokrasi çerçevesinde değerlendirdiğini ifade etmiştir. Anaakım milliyetçi yayınlardan Genç Arkadaş Türkiye’de kavganın millî ile gayri milliler arasında olduğunu; Marksistler, Leninistler, masonlar ile siyasi ümmetçilerin gayri millileri oluşturduğunu iddia etmiştir. Bu dergi, gayri milliler arasında siyasi ümmetçileri “en tehlikeli” şeklinde değerlendirmiş zira onlar “sağ” akım olarak algılandıkları için onların çok fark edilmediklerini ifade etmiştir. Siyasi ümmetçiler, Avrupa ve Amerika kapitalizminin dümen suyuna girmekle Arap ideolojisinin uşakları olmakla itham edilmiştir. Siyasi ümmetçilerin dinle ve diyanetle ilgisi olmadığı öne sürülmüş ancak buna rağmen son dönemde muhafazakâr çevrelerden oy topladığı belirtilmiştir. Ayrıca siyasi ümmetçilerin; bölücülük, bölgecilik ve mezhepçilik konusunda solu aratmayacak kadar sinsice çalıştığı iddia edilmiştir.


Lütfü Şehsuvaroğlu, Ülkücü Hareket’in İslâmcılarla mücadele çerçevesinde 1970’lerin ortalarından itibaren “Kanımız aksa da zafer İslâm’ın” gibi İslâm vurgusu yüksek sloganlara ağırlık verdiğini ve böylece İslâmcıların elinden “İslâm” aracını almaya çalıştıklarını söylemektedir. Genç Arkadaş, Hasret özellikle Nizâm-ı Âlem gibi dergilerde İslâm’ı daha fazla vurgulayarak bu amacı güttüklerini eklemiştir. Şehsuvaroğlu, bu stratejinin tuttuğunu; Sebil, Şûrâ gibi dergilerin tiraj kaybettiğini öne sürmüştür. Dolayısıyla MHP ile MSP arasındaki siyasi rekabet, bu iki akımın birbirlerini ötekileşmesindeki nedenlerden biri olarak ele alınabilir.


1.2.5. “Komünist-Kürtçülük” ve Doğu’daki Faaliyetleri


Başta Anaakım Milliyetçiler olmak üzere Uç Sağ, “komünist-Kürtçüleri”, Türkiye’yi karıştırmak isteyen “iç dinamikler”/iç tehdit şeklinde değerlendirmektedir.


Anaakım Milliyetçiler, “komünist-Kürtçüler”in faaliyetlerine, özellikle Doğu’dakilere sık sık sayfalarında yer vermişlerdir. Bu kesim, Kürt meselesinin genel olarak dış mihrakların özellikle de “komünist” Rusların kışkırtması sonucu meydana geldiğini iddia etmiş ve onlara da yardım eden; TİP, CHP, DDKO, TÖB-DER gibi iç dinamikler olduğunu öne sürmüştür. Başka bir ifadeyle tüm bu solcu yapıların “kökü dışarıda” olduğu söylenmiş ve bu yapıların Kürt meselesiyle ilgili faaliyetleri “komünist-Kürtçüler” başlığı altında ele alınmıştır. Burada YTP istisnasının olduğunu belirtmek gerekmektedir. YTP, “komünist-Kürtçü” başlığı altında değerlendirilemez zira sağ eğilimli bir partidir ancak, yukarıda belirtildiği üzere, Kürt Hareketi’nin esas gelişim alanı sol olmuştur.


Millî Hareket, Nisan 1970’teki “Kürtçü-Komünist İş Birliği” kapağı ile “komünist-Kürtçü” iş birliğine dikkat çekenlerin başında gelir. Millî Hareket Türkiye’deki birinci tehlikenin komünizm, ikincisinin ise Kürtçülük olduğunu belirtmekte, Türkiye’yi parçalamak için bu iki tehlikenin iş birliği yaptığını iddia etmektedir.



ree


Devlet dergisi de 9 Kasım 1970’teki sayısında, komünist-Kürtçü ittifaka dikkat çekmiş, TİP’in dördüncü kurultayında Kürt halkını tanımasıyla “komünist-Kürtçü” ittifakın ilan edildiğini ileri sürmüştür.


Derginin 8 Şubat 1971’deki nüshasında ise komünistlerin ve Kürtçülerin, Türkiye’yi parçalama hedefi çerçevesinde kuvvetli bir ittifak kurdukları ifade edilmiştir. Devlet’in görüşüne göre, Hükümetin yeterince müdahale etmemesinden dolayı bu iş birliği güçlenmiştir. Dergi ayrıca, eski TSK mensuplarının komünist-Kürtçüleri iktidara taşımak için onlarla iş birliğine girdiğini öne sürmüştür. Devlet dergisinin eski TSK mensubu dediği kişi Cemal Madanoğlu olup “9 Mart 1971 Darbe Girişimi” kast edilmektedir.


Cengiz Uluçay da komünist-Kürtçü iş birliğine dikkat çektiği yazısında, komünizm ve Kürtçülüğün el ele vererek ve birbirini tamamlayarak Sevr Anlaşması’nı yeniden sahneye koymak gayretinde olduklarını iddia etmektedir. Bunun için de Türklüğü ve İslâmiyet’i yok etmeye, Atatürkçülüğü de dejenere etmeye çalışmaktadırlar.


Alparslan Türkeş ise komünistlerin emellerine ulaşabilmek için taktik olarak Türkiye’de bölgeciliği ve mezhepçiliği kışkırttığını, komünistlerin “Türk milletinin evladı” olan Kürtleri kandırmaya çalıştığını öne sürmektedir. Ayrıca komünist-Kürtçü tehlikenin sıkıyönetim tedbirleriyle ortadan kaldırılamayacağını, onun karşısında ancak daha güçlü bir millî ideoloji çıkarılmasıyla yenilebileceğini söylemiş, komünist-Kürtçü akım karşısında “daha güçlü millî ideoloji”nin “Dokuz Işık” olduğunu ifade etmiştir.


Dolayısıyla Anaakım Milliyetçiler kendisini komünist-Kürtçü akıma karşı panzehir olarak görmektedirler. Komünist-Kürtçülerin siyasi çevre şeklinde ele alındığında genel olarak 1960’larda TİP’te, 70’lerde ise CHP’de toplandığı iddia edilmiştir. Bu iki partinin dışında Uç Sağ’ın komünist-Kürtçüler şeklinde kodladığı yapılar arasında; DDKO, TÖB-DER, KAWA, Özgürlük Yolu, Rizgari, Apocular/PKK sayılabilir.


“Komünist” ile “komünist-Kürtçü” arasındaki farkı ortaya koymak için Oya Baydar’ın İsmail Beşikçi’ye armağan kitabındaki sözleri faydalı olabilir. Baydar, 12 Eylül’de kendisinin “komünist”likle suçlandığı ve hakkında 27 yıl hapis istendiği, Beşikçi’nin ise “komünist-Kürtçülük”le suçlandığını onun hakkında ise 100 yıl hapis istendiğini belirtir. Dolayısıyla devlet nazarında, “komünist-Kürtçülüğün” “komünist”likten neredeyse dört kat daha “beter” olduğunu söylemiştir.


Komünist-Kürtçülerin (gündeme getirilen) eylemleri arasında; “Türkiye Halkları” ve “Kürdara Azadi” gibi sloganları kullanıma sokması ve yaygınlaştırması; Tunceli, Diyarbakır, Kars, Mardin gibi Doğu şehirlerinde olaylar çıkarması; üniversite, lise hatta ilkokulları “karıştırması” ve TRT’de yürüttükleri “bölücü” yayınlar sayılabilir.


Anaakım Milliyetçiler’e göre komünist-Kürtçülerin faaliyetlerinin başında, “Türkiye Halkları” ya da “Halklara Özgürlük” söylemini kullanmaları gelmektedir. Türk halkı/milleti yerine “Türkiye Halkları” söylemi sol çevrelerde 1960’ların sonundan itibaren kullanılmaya başlanır. Hamit Bozarslan, Kürt solunun Türk solundan ayrılmasıyla “Türkiye Halkları” söyleminin yaygınlaştığını belirtmiştir.


DDKO’nun kurulmasıyla Kürt solunda “Türkiye Halkları” kullanılmaya başlamış ve sonrasında da Türk solu da genel olarak bu söylemi benimsemiştir.


Devlet dergisinde de Rusya’nın ısrarla, “Türk milleti” yerine “Türkiye halkları”, “Türk Kültürü” yerine “Türkiye halkları kültürü” tabirlerini kullandığı, Rusların Türkiye’deki ajanlarının da benzer şekilde “halkların eşitliği” tabirini kullandığı ifade edilmiştir.


Somuncuoğlu Meclis’te yaptığı konuşmada da solcuların İstanbul’da düzenledikleri bir yürüyüşte, “Halklara özgürlük”, “Doğu’daki millî zulme son” gibi adeta “ihanet belgesi” olan sloganları kullandıklarını söylemiştir.


Dönemin ülkücülerinden Yağmur Tunalı, anılarında “halklara özgürlük” isteyenlerin esasında “halkların düşmanlığını” kast ettiğini ileri sürmektedir. “Halklara özgürlük” üzerinden eleştirilen Ecevit, 1970’lerin ikinci yarısına kadar bu slogana yönelik herhangi bir eleştiri getirmemiş ancak 1970’lerin ikinci yarısından itibaren bu sloganın mitinglerinde kullanımına izin vermemiştir. Sözgelimi 4 Kasım 1976’da Trabzon’da yaptığı bir konuşmada, Tunceli ve Bingöl’den gelen bir grup “Yaşasın Türkiye halklarının emperyalizmle ve oligarşiyle savaşı” şeklinde pankart açmış, Ecevit ise bu dövizleri taşıyan gençleri “kaldırın onları, Türkiye halkları yok, Türk halkı vardır” sözleriyle uyarmıştır. Ayrıca Meclis’te yaptığı bir konuşmada da “halklar” sloganıyla mücadele edenin kendileri ve bazı ilerici kuruluşlar olduğunu öne sürmüştür.


Ayrıca Devlet dergisi 8 Şubat 1971 tarihli nüshasında “halklar” söylemine karşı olduğunu daha net ifade etmiş ve bunu kapağında vurgulamıştır:


“BU VATANI VE MİLLETİ PARÇALATMAYACAĞIZ:

Türkiye’de Bir Halk Vardır Başka Bir Halk Yoktur.”


Genç Arkadaş Dergisi'ndeki “Millî Bütünlük ve Halklar Meselesi” başlıklı yazıda, “Türkiye halkları” deyişini ilk olarak Ant dergisinin 1970’lerde öne sürdüğü bugün ise birçok solcu tarafından benimsendiği dile getirilir. Bu kavramın önceleri “bazı sınıflar topluluğu” için kullanırken zamanla “etnik bir kavram” olma yoluna girdiği ileri sürülmüş ve “Halklar yutturmacasının altında yatan ‘bölücülük’ gerçeği Türkiye’yi parça parça edip düşmana teslim etmekle at başı” gittiği söylenmiştir.


MHP Kütahya Senatörü Osman Albayrak CHP’yi bölücülere prim vermekle suçlamış, Ecevit’in Doğu ve Güneydoğu gezisinde “Halklara Özgürlük” ve “bağımsız Kürdistan” sloganlarıyla karşılandığını, Tandoğan’da düzenlediği mitingde ise “Kürdara Azadi”, “Kürt halkı üzerindeki baskılara son” ve “halklara özgürlük” sloganlarının atıldığını belirtmiştir. Albayrak, “bütün bölücü, yıkıcı, komünist ve tehlikeli” slogan ve pankartların sadece CHP mitinglerinde yer alabildiğini öne sürmüştür.


Türkeş de Meclis’te Ecevit’i, sokaklardaki “Kürdara Azadi” sloganına ve Taksim’de açılan Barzani bayrağına karşı harekete geçmeye çağırmıştır.


Komünist-Kürtçülere atfedilen faaliyetlerin biri de üniversitelerde meydana gelen olaylardır. 1960’ların sonundan itibaren üniversitelerdeki sağ-sol çatışmasının sorumlusu Anaakım Milliyetçiler’e göre, komünistler ya da komünist-Kürtçülerdir.


Komünist-Kürtçülere atfedilen faaliyetlerinden bir başkası da liselerde yürütülen çalışmalardır. Anaakım Milliyetçiler, TÖB-DER üyesi komünist-Kürtçü öğretmenlerin okullardaki faaliyetlerine dikkat çekmiş, kimi okullarda TÖB-DER’li öğretmenlerin Kürtçe ders verdiğini ve Atatürk’ün sosyalist olduğuna dair propaganda yaptığını iddia etmişlerdir.


Anaakım Milliyetçiler, komünist-Kürtçüleri Kars’ı karıştırmakla suçlamışlardır.


Aslında Kars’ın gündeme gelmesi, o dönem muhalefette olan Süleyman Demirel’in “Kars kalesinde Türk bayrağının indirildiği, yerine de kızıl bayrağın asıldığı”nı iddia etmesiyle başlamıştır. Demirel’in bu iddiası sonrası, Kars’taki; savcı, emniyet müdürü ve Vali vekili açıklama yapmış; Kars kalesinin askerî bölge olduğunu, oraya kimsenin giremeyeceğini dolayısıyla böyle bir olayın mümkün olmadığını dile getirmişlerdir. Kars Emniyet Müdürü de bu olayı yalanlamış ve Doğu illerinde halkın etnik yapısından yararlanarak kasıtlı bir gerilim yaratma çabasına girildiğini söylemiştir. Ancak Demirel iddialarına devam etmiş, hatta 26 Mayıs 1978 tarihinde Taksim’de “Bayrağa Saygı ve Millî İnanç Mitingi” dahi düzenlemiştir. CHP’liler de Kars’ta böyle bir olayın olmadığını söylemiş ancak Anaakım Milliyetçiler ısrarla olayların doğru olduğunu iddia etmişlerdir.



ree


Sadi Somuncuoğlu, Meclis’te yaptığı konuşmada Kars’ta cereyan eden olayları şu şekilde ifade etmiştir:


“Kars'taki olayları küçümsemek, memleket severlik değildir, aksine ihaneti gizlemektir. Kars Kalesine Rus bayrağının çekildiğini ve bir saate yakın orada kaldığını gözleri ile görenler Erzurum seyahatimizde bize ifade etmişlerdir. Esasen Kars'a gitmeye lüzum yoktur; Ortadoğu Teknik Üniversitesinde öğrenci seçimlerini, Troçkist grup olan DEV-GENÇ kazandı ve kızıl yıldızlı büyük bir bayrak üniversite binasına geçen hafta asıldı. Perşembe günü bunu bütün öğrenci ve öğretim üyeleri gözleriyle seyrettiler. Kars'tan Erzurum'a ve Ankara'ya kadar vatandaşların göç ettikleri de doğrudur.”


Anaakım Milliyetçiler’e göre, komünist-Kürtçülerin Doğu’daki faaliyetlerinden biri de kendisini engellemeye çalışanları öldürmesiydi. Türkeş, komünist-Kürtçülerin Doğu’da bölücülüğe, bölgeciliğe ve mezhepçiliğe karşı çıkan mahalli idarecileri kurşunladığını ya da bombaladığını öne sürmüştür. Ayrıca suikastlerde özellikle MHP görevlilerinin hedef alındığının altını çizmiştir: MHP Gaziantep Merkez İlçe Başkanı Mehmet Çapar, Tunceli İl Başkanı Haydar Koç, Mardin İl Başkanı Ata Pehlivanoğlu, Adıyaman Merkez İlçe Başkanı Sami Nakiboğlu, Bingöl Belediye Başkanı Hikmet Tekin, Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu gibi isimleri komünist-Kürtçülerin öldürdüğünü belirtmiştir.


Türkeş ayrıca Alevilerin hedef alındığı; Malatya, Sivas ve Kahramanmaraş katliamlarının da sorumlusunun, arkasında komünistler olan bölücüler ve bölgeciler olduğunu söylemiştir. Oy hesabı için bütün bunlara göz yuman CHP’nin de sorumlu olduğunu dile getirmiştir.


Son olarak Anaakım Milliyetçiler, komünist-Kürtçülerin TRT’de aktif olduğunu ve orada da bölücü faaliyetler yürüttüğünü ileri sürmüştür. Özellikle 1970’lerde TRT, solcular ve sağcılar arasında mücadele alanlarından biri olmuştur. Anaakım Milliyetçiler, “Kürtçü komünistlerin” “TRT adında Türkiye çapında yayın yapan radyoları” olduğunu ifade etmişlerdir.


TRT’nin başına İsmail Cem’in getirilmesini Devlet, kapaktan şu şekilde duyurmuştur:


“TRT Genel Müdürlüğüne; 16 Haziran İşçi Ayaklanmasını ve Türkiye’yi bölmek-parçalamak suçundan kapatılan TİP’i savunan İsmail Cem getirildi.”


CHP bu dönemde sık sık Millî Eğitimi ve TRT’yi solcu militanlara teslim etmekle suçlanmıştır.


Genel olarak; TİP, CHP, DDKO, TÖB-DER gibi yapılar 1960’larda ve 70’lerde Anaakım Milliyetçiler tarafından Kürt meselesini kışkırtan iç dinamikler/iç tehditler, başka bir ifadeyle komünist-Kürtçüler şeklinde ele alınmıştır. Onların faaliyetleri de Türkiye’yi karıştırmak için yapılan eylemler şeklinde değerlendirilmiştir. Anaakım Milliyetçiler, Türkiye’nin birinci tehlikesinin komünizm, ikincisinin ise Kürtçülük olduğunu, bu iki “zararlı” akımın Türkiye’yi parçalamak için iş birliği yaptığını iddia etmişlerdir. Komünist-Kürtçülerin Türkiye’yi parçalamak için; Diyarbakır, Kars, Mardin gibi Doğu şehirlerinde olaylar çıkardığı, üniversiteleri, liseleri, hatta ilkokulları karıştırdığı Doğu’daki depremleri bile istismar ettiği öne sürülmüştür. Amaçlarına ulaşmak için; öğrenci, polis vs. şehit ettiği de belirtilmiştir. Anaakım Milliyetçiler nazarında “Türkiye halkları” ya da “Kürdara Azadi” sloganları, komünist-Kürtçülerin Türkiye’yi parçalamak maksadıyla kullandıkları temel araçlardır. Anaakım Milliyetçiler de sık sık komünist-Kürtçülerin faaliyetlerine ele almış ve hükümeti onlara karşı harekete çağırmıştır. Ayrıca onlara karşı Doğu’da faaliyet de yürütmüşlerdir.


1.2.6. Anaakım Milliyetçiler’in Doğu’daki Faaliyetleri


Anaakım Milliyetçiler Doğu’da yükselen “komünist-Kürtçülerin” faaliyetlerine karşı söylemlerin yanı sıra kimi faaliyetlerde de bulunmuş ve böylece “komünist-Kürtçülerin” Doğu’daki faaliyetlerini kırmaya çalışmışlardır.


Özellikle 1970’lerde MHP, Doğu’ya geziler ve Doğu’da mitingler düzenlemiş ve bölgede kökleşmeye çalışmıştır. MHP, Doğu’da diğer Uç Sağ partisi MSP kadar rahat hareket edememiş zira Kürtlerin Türk olduğunu iddia etmişler ve bu durum kimi Kürtlerce tepkiyle karşılanmış dolayısıyla bölgede onlara karşı bir tepki olmuştur. Bundan dolayı da Türkeş’in Doğu gezileri zaman zaman olaylı geçmiştir. Yukarıda ele aldığımız Türkeş’in Diyarbakır’a gitmesiyle başlayan olaylar buna örnektir. Sami Bal, Diyarbakır olaylarının bir provokasyon olduğunu ve bu olaydan sonra MHP’nin bölgedeki etkisinin görece azaldığını ifade etmektedir.



ree


Türkeş’in talimatıyla çıkartılan Kon dergisi de MHP’nin Doğu’ya yönelik faaliyetlerindedir. Türkçe “çadır” anlamına gelen Kürtçe isimli bu derginin içerisinde yarı-Kürtçe bir hikâye de vardır. Şehsuvaroğlu Türkçe ve Kürtçe’de ortak kelime olan “kon” isminin bilerek seçildiğini, birliğe, beraberliğe vurgu yapıldığını söylemiştir. Sadi Somuncuoğlu da Diyarbakırlı gençlerle çalışmalar yaptıklarını ve Doğu’yu temel alan Kon dergisini çıkarmaya karar verdiklerini belirtmiştir. Bu dergi, Vedat Güldoğan, Abdurrahman Öncel, Hayri Başbuğ öncülüğünde çıkmış, Mehmet Eröz, Orhan Türkdoğan ve Edip Yavuz gibi isimler de yazılarıyla katkı vermiştir. Ocak 1979’da tek sayı olarak çıkan bu derginin sloganı “Alevisiyle Sünnisiyle Türkmeniyle Kürdüyle Bütün Canlar Bir Olsun” ve kapağı ise “Doğuya Uzanan, Emperyalist Elleri Kıracağız!” olmuştur.


Genel olarak Anaakım Milliyetçiler, 1960’lardan başlayarak ama esas olarak 1970’lerde Doğu’daki faaliyetlerini arttırmıştır. Bunda, komünist-Kürtçülerin (Uç Sağ’ın tabiriyle) “gemi azıya” almalarının etkisi vardır. Anaakım Milliyetçiler, mitinglerle, Ülkü Ocaklarıyla Doğu’da güçlenmeye ve böylece “komünist-Kürtçülerin” oradaki gücünü kırmaya çalışmışlardır. Başka bir deyişle Doğu’daki halka komünist-Kürtçülerin gerçek yüzünü anlatmak ve Doğu’yu “güvenli” hale getirmek istemişlerdir.


2. KİMLİK: “HAYIR, KÜRTLER ÖZBEÖZ TÜRKTÜRLER!”


Anaakım Milliyetçiler, Kürtlerin kimliğini tanımak, yani Kürtlüğünü kabul etmek yerine onların özbeöz Türk olduğunu iddia etmiş ve bunu “bilimsel” bir şekilde kanıtlamaya çalışmışlardır. Aslında bu bakış açısı Kürt meselesine çözümü de içermekte, “Kürtler Türktür dolayısıyla ortada Kürt olmadığı için Kürt sorunu da yoktur” anlayışını da taşımaktadır. Bu dönemde devletin resmî söylemi de bu şekilde olmuş, Kürtlerin Türk olduğunu savunan kaynaklar desteklenmiştir. Kürtlerin Türk olduğu tezini savunan, ikinci baskısı Millî Eğitim Bakanlığı’nca yapılan ve Cemal Gürsel’in “Sunuş” yazdığı M. Şerif Fırat’ın Doğu İlleri ve Varto Tarihi kitabı buna örnektir.


Anaakım Milliyetçiler’den Mehmet Eröz, yazılarıyla Kürtlerin “bilimsel” olarak Türk olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Eröz, Kürtlerin Türk olduğunu iddia eden sembol isimlerdendir. Eröz “Kürtlerin Menşei ve Türkmenlerin Kürtleşmesi” adlı yazısında, İslâm Ansiklopedisi, Şerefname ve Ziya Gökalp’ın eserleri üzerinden Kürtlerin Türk olduğunu kanıtlamaya çalışmış ve şunları söylemiştir:


“Bütün vesika ve izahatın gösterdiği gibi, muhtelif âlem olan (Kürt) kelimesi aslında, bugün Kürt kavmi denen Kurmanç’lara mahsus isimler olmayıp, o dillerden doğmuş (ad) da değildir. Bilâkis, Türkler tarafından; boy, aşiret, oymak adı olarak kullanılmış ve Türk dilinde (süpürgeotu, kayın ağacı, ayva) manalarına gelen bir kelimedir.”


Eröz ayrıca birçok Türkmen aşiretinin Kürtleştiğini belgelerle ele almıştır. “Kürtleşmenin Sebepleri” adlı yazısında ise Türkmen aşiretlerinin Kürtleşme sebepleri arasında şunları saymaktadır: “Osmanlı imparatorluğunun Alevi Türkmenlere tatbik ettiği haşin politika, asayişsizlik, aşiretlerin bölünmesi, iktisadi zaruretler ve Türk’lerin Kürt dillini çabuk öğrenmesi.” Ayrıca Türkmen aşiretlerindeki Kürtleşmenin günümüzde de devam ettiğini, Doğu vilayetlerinin köylerine yerleştirilen Azeri Türklerinin Kürtçeyi öğrendiklerini, eğer önlem alınmazsa bir nesil sonra onların da Kürtleşeceği uyarısını yapmaktadır.


Kısaca Eröz, Kürtlerin esasında Türk olduğunu, devletin ilgisizliğinden dolayı kimi aşiretlerin Kürtleştiğini öne sürmektedir. Eröz, Ülkücü camianın “üniversite dergisi” olarak adlandırılan Töre’de de seri şeklindeki yazılarıyla Kürtlerin Türk olduğunu iddia etmiştir. Eröz, bu dergide “Bir ‘Kürt’ Milliyetinden Bahsedilebilir mi?” başlıklı bir seri başlatmıştır. Bu seride “iç ve dış düşmanların dayanak yaptıkları” Minorsky ve Nikitine’nin eserlerini “çürüterek” “bir Kürt milliyeti, hatta kavmi olmadığını” göstermeye çalışmıştır.


Töre’nin Kasım 1974’teki sayısında da seriye devam eden Eröz, “‘Kürt’ adı verilen toplulukların, cemaatlerin eski Türkler’den olduğunu, Anadolu’ya Oğuzlardan çok önce gelmiş olduklarını” iddia etmiştir.



ree


Eröz’ün yanı sıra Galip Erdem de yazdıklarıyla Kürtlerin Türk olduğunu iddia etmiştir. Erdem, İlteriş Metin müstearıyla kaleme aldığı 15 Nisan 1974’teki yazısında, “sırf Türkçe konuşmadıkları için" siyasi gayelerle Kürtlerin “milletimizden ayrı” gösterilmeye çalışıldığını belirtmiştir. Kürt vatandaşların “asla bir azınlık” olmadığını belirtmiş ve eklemiştir: “Turan asıllı olduklarını, Fars kültürünün ağır baskısı yüzünden, Farsça, Türkçe ve Arapça kelimelerden meydana gelen bir dille konuştuklarını, inandırıcı belgelerle ortaya koymuşuzdur.” Ayrıca Kürt vatandaşlarının devletin en yetkili ve sorumlu yerlere geldiğini hatta devletin güvenliğinin bütün sırlarını öğrendiğini dolayısıyla Kürtlere karşı bir ayrım yapılmadığını ileri sürmüştür. Kürtleri Türk’ten ayrı göstermeye çalışanların dış düşmanlar ve oy kaygısıyla hareket eden iç dinamikler olduğunu öne sürmektedir.


Dolayısıyla Anaakım Milliyetçiler Rusların, Kürtlerin kendilerini Kürt sanmasında payı olduğunu iddia etmektedirler. Millî Hareket’te neşredilen Kurt imzalı “Türklük Aleyhine Neşriyat” başlıklı yazıda da Doğu’daki insanların kendilerini Kürt sanmasında Rusların etkisinden bahsedilmiştir. Bu yazıda, Rusların, “büyük çoğunluğu özbeöz Türk soyu olan, Kürt kardeşlerimizi, bizden ayırmak için Enstitüler kurduğu" belirtilmiştir.


Cengiz Uluçay ise Doğu’daki insanların kendilerini Kürt sanmasında yurtdışındaki “Kürtçüler”in etkili olduğunu öne sürmektedir. Uluçay, Almanya’da bir toplantıda Kürtçülerin, Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan özbeöz Türk vatandaşları dünya kamuoyuna Kürt olarak tanıtmaya çalıştığını belirtmiştir.


Uluçay, Ziya Gökalp’in Kürt olduğuna dair iddialarını ele almış ve Gökalp’in “diğer vatandaşlarımız” gibi ırken Türk olduğunu söylemiştir. Uluçay, Gökalp’in Diyarbakır bölgesinde tamamen Türk olan Çermik bölgesinden geldiğini ve ana dilinin de Türkçe olduğunu kabul ettiğini aktarmıştır. Diyarbakır’da konuşulan bu Türkçenin “Bağdat’tan Adana’ya, Bakü’den Tebriz’e kadar uzanan bölgede, Akkoyunlu Türklerin konuştukları Azeri şivesinden başka bir şey” olmadığını da eklemiştir.


Uluçay, Kürtçülük propagandasının “beynelmilel Petrol Şirketlerinin bir icadı” olduğunu da öne sürmüştür.


Alparslan Türkeş, Uluçay’ın Gökalp’le ilgili yazdığına paralel şekilde konuyu ele almıştır. Türkeş, Ziya Gökalp’in ölümünün 50. yılı anma töreninde bir konuşma yapmış, Gökalp’in başta kendisini Kürt sandığını ancak sonrasında ilmî araştırmalar neticesinde Türk olduğunu anladığını şu sözlerle ifade etmiştir:


“… [Ziya Gökalp] Doğu bölgesinde yaşayan aşiretleri dolaşmış; Orta Anadolu ve Batı bölgesindeki Yörük aşiretlerini, Türkmen aşiretlerini dolaşmış bu aşiretlerin; yaşayışlarını, giyinişlerini, kadın kıyafetlerini, ördükleri çorapları, işledikleri nakışları, dokudukları heybeleri, halıları, kilimleri, yaptıkları nakışları, geleneklerini, adetlerini incelemiş. Hatta takvimler dahi dikkatini çekmiş. Oniki hayvanlı Türk kavimlerinin Doğuda yaşayan aşiretler arasında da bulunduğunu tespit etmiş ve böylece Türkiye’nin Doğusunda-Batısında yaşayan memleket çocuklarının aynı milletin çocukları, aynı milletin evlatları olduğunu, aralarında hiçbir ayrılık olmadığını, kardeş olduklarını tespit etmiştir.”


Türkeş, Doğu ve Güneydoğu’daki vatandaşların; soy, kültür ve mazi itibarıyla Türk olduğunu söylemekte, dil farkını kabul etmekle birlikte Kürtçe’nin Osmanlıca’yı andıran Farsça-Arapça-Türkçe karışımı bir dil olduğunu ancak Türkiye’yi yıkmak isteyen dış mihrakların bu farkı körüklediğini öne sürmektedir. Sonrasında da Kürtler ile Türklerin ayrı olsalar dahi 900 senedir bir arada yaşadığını kendi aralarında kız alıp kız verdiğini dolayısıyla ayrı millet olsa dahi artık bir olduğunu vurgulamıştır.


Anaakım Milliyetçiler yayınlarda, Kürtlerin Türk olduğunu öne süren çalışmalara da yer vermişlerdir. Devlet’in 29 Ocak 1973 tarihli sayısında ise “Kürt Terakki ve Teavün Cemiyeti”nin üyelerinden Şükrü Sekban’ın Kürtlerin Türk soyundan geldiğini iddia ettiği çalışmasına yer verilir. Anaakım Milliyetçiler’in sembol isimlerinden Seyit Ahmet Arvasi, Kürtlerin Türk olduğunu iddia ettiği “Doğu Anadolu Gerçeği Türkiye’mizde Şark Meselesi” adlı çalışmasında, eskiden Kürtçülük yapan sonradan “hakikati anlayan” Şükrü Sekban, Ziya Gökalp gibi araştırmacıların Kürtlerin Turani kavim olduklarına dair yayın ve itiraflarının ısrarla milletimize ve dünyaya duyrulması ve böylece bu konudaki “art niyetli propaganlara” karşı çıkılması gerektiğini ifade etmiştir.


CKMP, Millî Hareket’te yayınladığı bir bildiriyle, Kürtlerin Türk olduğunu iddia etmiştir. CKMP, Doğu Mitingleri’nde hedef gösterilmiş ve ırkçılıkla suçlanmış ve bunun üzerine parti yayınladığı bildiride Kürtlerin Türk olduğunu öne sürmüştür:


Türkiye’de; Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Arnavut vesair isimler ile anılan vatandaşlarımız ayrı ayrı varlıklar olmayıp hepsi Türk milletinin öz evlatlarıdır. (…) Doğuda Kürtçe konuşan vatandaşlarımız, bizim öz kardeşlerimizdirler, Kürtler, Türklerden ayrı bir millet değildir, Türk Milletinin bölünmez bir parçasıdırlar. Doğu halkının Türk soyundan ve Türk milletinden olduğu Doğu bölgesinde bulunan Selçuk abidelerinden ve Doğulu ilim adamlarımızın tarihi eserlerinden belli bulunmaktadır.”


Anaakım Milliyetçiler, Kürt meselesindeki kimlik yaklaşımları çerçevesinde bazı Kürt figürlerini ele almışlardır. Sözgelimi Osman Yüksel Serdengeçti, Said-i Nursi’nin “Müslüman” ve “Kürt” kimliğini tartışmıştır. Serdengeçti, kimi gazetelerde Said-i Nursi’nin; “Ortaçağ kalıntısı”, “yobaz”, “31 Mart Vakası’nın müsebbiplerinden”, “Volkan’cı”, “Kürtçü” şeklinde ele alındığına değinmiş ve Said-i Nursi’den yaptığı alıntıyla onun Kürtçü olmadığını kanıtlamaya çalışmıştır:


“Ey efendiler! Ben herşeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sadık ve en halis kardeşlerim Türklerden ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan mesleki Kur’aniyyem cihetiyle her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kutsi hizmetimin muktezası olduğundan bana Kürt diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğimi, hakiki ve civanmert bin Türk gençlerini işhad edebilirim.”


Said-i Nursi’ye atfedilen bu alıntı, onun Kürtçü olmadığını kanıtlamak isteyenlerce sıklıkla kullanılmıştır.


Kon dergisi ise Kürt kimliğine ve sorununa farklı yaklaşmıştır. Yukarıda ele alındığı üzere içerisinde yarı-Kürtçe bir hikaye de bulunan Kon, Türkeş’in talimatıyla çıkmıştır. Sadece Doğu’ya yönelik çıkan bu dergi “Alevisiyle Sünnisiyle Türkmeniyle Kürdüyle Bütün Canlar Bir Olsun” sloganıyla çıkmıştır. Sloganında Türk ile Kürtlerden bahsetmesi, Anaakım Milliyetçiler’in “Türkler Kürttür” tezinden farklı olarak Kürtlerin kimliğini tanımaya yönelik bir adım şeklinde yorumlanabilir. Bu dergi, tıpkı Anaakım İslâmcılar gibi Kürtlerin varlığını kabul edip onlarla İslâm üzerinden birlik kurmaya çalışmıştır.


Abdurrahman Öncel’in; “Rençberler, Irgatlar, Koçerler Ey Ehl-i İslâm Uyan!..” başlıklı yazısı buna örnektir. Öncel, Said-i Nursi’den alıntılarla da İslâm’ın bölücülüğü reddettiğini öne sürmüştür. Yazı, şu ifadelerle bitmiştir:


“Ey Doğunun rençberleri, ırgatları, koçerleri; genci, ihtiyarı, erkeği, kadını, Kur’an-ı Kerimi kendine rehber edinen, Ey Hazreti Muhammed Mustafa’nın ümmetinin fertleri, daha ne zamana kadar uyuyacaksınız? Moskof ve Çin gavuru gelip kapınıza dayandı. Silkin, kendine gel!… Yeter bunca uyuman! Yeter artık! Kalk!.. Bak etrafına. Bak ki, Moskof, Çin ve Ermeni-Taşnak veletleri neler yapıyor? Nelerle uğraşıyor bir gör. Gör ki bütün bunlara hadlerini bildir. Haydi davran, göreyim seni yiğidim. Yiğit doğulum, mert delikanlım!.. Ver elini bana. Ben ve sen omuz omuza direnelim bu kızıl gidişata. Haydi durma!..”


Genel olarak Anaakım Milliyetçiler 1945-1980 yılları arasında, Kürtlerin Türk olduğunu savunmuşlardır. Kürtlerin kendilerini “Kürt sanmasında” ise temel olarak Türkiye üzerinde emelleri olan dış mihrakların özellikle Rusların etkili olduğu öne sürülmüştür. Oy kaygısı güden ya da dış mihrakların maşası olan iç güçler/komünist-Kürtçüler de etkendir. Dolayısıyla dış mihrakların “ilmî” yerine “siyasi” gerekçelerle Kürtlerin Kürt olduğunu iddia ettiği söylenmiştir. Ayrıca dış ve iç mihraklar çalışırken devletin hiçbir şey yapmaması kısaca bölgeyi ihmal etmesi de milliyetçiler tarafından Kürtlerin kendilerini Kürt sanmasında etken olarak sayılmaktadır. Devletin yanı sıra milliyetçilerin de bölgeyi ihmal ettiği ve Doğu’yla ilgilenilmediği itiraf edilir.


Milliyetçi kesim arasında; Mehmet Eröz, M. Fahrettin Kırzıoğlu, Galip Erdem gibi sembolleşen isimler de Kürtlerin Türk olduğunu “bilimsel” bir şekilde açıklamaya çalışmışlardır. Anaakım Milliyetçiler, Kürtleri Türk kabul ettikleri için Kürt meselesi de kendiliğinden ortadan kalkmaktadır. Bu kesim içerisinde Kon dergisi istisnası çerçevesinde Kürt kimliği tanınmış ve çözüm olarak İslâm önerilmiştir. Ancak tek sayı çıkan ve sadece Doğu’ya yönelik çıkartılan bu dergi, Anaakım Milliyetçiler’in Kürt meselesine bakışında bir kırılma yaratmaktan ziyade bir istisna oluşturmaktadır. Kon, Doğu’da Kürt Hareketi’nin yükselişine cevaben verilmiş pragmatik bir cevap şeklinde değerlendirilebilir. Dolayısıyla Kon dergisi istisnası kenara konulursa Anaakım Milliyetçiler, Kürtlerin Türk olduğunu öne sürmüş ve böylece Kürt meselesinin varlığını reddetmişlerdir. Bu kesim zaman zaman Doğu’nun geri kalmışlığına vurgu yapmışlardır.


3. KALKINMA: “MİLLÎ SERVETTEN DOĞU DA NASİBİNİ ALMALI”


Anaakım Milliyetçiler’in Doğu’nun kalkındırılmasına vurgu yapmasında dış ve iç tehditlerin de etkisi olduğu söylenebilir zira bu kesim Doğu’nun geri kalmışlığını dış ve iç tehditlerin istismar ettiğini öne sürmekte ve bunu engellemek için Doğu’nun kalkındırılması gerektiğini vurgu yapmaktadırlar.


Anaakım Milliyetçiler’den sosyolog Orhan Türkdoğan, Devlet Dergisi'nde Doğu’nun nasıl kalkındırılacağına dair çözümler içeren “Sosyal Planlama ve Bölgesel Kalkınma: Doğu Bölgesi” adlı bir seri kaleme almıştır. Bu seride Türkdoğan, “bilimsel” verilerle Doğu’nun; sosyal, ekonomik, etnik özelliklerini ele almış ve Doğu’yu kalkındırmak için “milli” bir planın gerekliliğini vurgulamıştır. Genel olarak Türkdoğan, Doğu’da petrol, maden gibi yeraltı zenginliklerinin işlenmesi, hayvancılığın ve tarımının geliştirilmesi gerektiğini belirtmektedir.


MHP lideri Türkeş, 19 Ekim 1970’teki açıklamasında, dönemin Başbakanı Demirel’i “kuru vaatlerle avutmak” dışında Doğu’ya hiçbir şey yapmamakla eleştirmiştir. Türkeş ayrıca beş yıllık kalkınma planında Doğu kalkınmasına özel yer verilmesi gerektiğini söylemiştir:


“Doğu bölgemiz her haliyle muzdariptir. Doğulu yurttaşlarımız iyi idarecilerle, en azından şefkat beklemektedir. Doğu’da iktisadi durum son derece bozuk olup, acil tedbirler beklenmektedir. Doğu’nun talihsiz ili Hakkâri’nin bazı ilçelerine mesela Çukurca’ya vatandaşlarımız özel müsadelerle girip çıkmaktadır. Bu çok yüz kızartıcı bir tatbikattır. Oysa ki, kanun dışı her hareketi Devlet önleme kudretine daima sahiptir. Sayın Başbakan Doğu Bölgesi kalkınması için özel kanunlar hazırlanmaktadır demiştir. Sayın Başbakan’ın ifade ettiği bu kanunları derhal meclise sevketmesini bekliyoruz.”


Türkeş, “Temel Görüşler” adlı kitabında da benzer şekilde, Doğu bölgesinin tabiatın verdiği imkânlar içinde yoksulluk ve sıkıntı çektiğini, bu bölgeye özel fon sağlayarak derhal kalkındırılması gerektiğini vurgulamıştır. Bu şekilde, millî servetten Doğu’nun da nasibini alacağı ve böylece Doğu’da isyan çıkartmaya çalışan “gözü dönmüş hainlerin” çabalarının akim kalacağını savlamıştır.


MHP’li Nevzat Kösoğlu, Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmada bölgeler arası dengesizliği ve Doğu’nun geri kalmışlığını şu sözlerle ifade etmektedir:


“Bölgeler arası dengesizlik 3 noktada mütalaa edilmektedir. Bunlardan birisi; tabii ve coğrafi dengesizliktir ki bu konuda herhalde hiç kimsenin hiç kimseye yaranacak hali yoktur. Bir diğeri; ekonomik veya fonksiyonel dengesizlik dediğimiz, ekonomide üretim faktörlerinin farklı oluşundan doğan bir dengesizlik tezahürü. Diğeri ise sosyal dengesizliktir ki bu da sosyal hizmetlerin, Devlet hizmetlerinin, amme hizmetlerinin gerek kemiyet gerekse keyfiyet olarak miktarındaki farklılıkları ifade etmektedir. Her 3 dengesizliğin de bir bütün olarak telakki edilebileceği ve konumuz olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemiz bakımından söz konusu olduğu ise muhakkaktır.”


Anaakım Milliyetçiler’den Doğu’nun kalkındırılmasına yönelik radikal öneriler de gelmiştir. İsmet Tümtürk yukarıda ele aldığımız “Doğunun Derdine Çare” adlı yazısında, Doğu’nun devletin parasını yediğini ileri sürmüştür:


“O topraklar harita üzerinde bizimdir. Hakikatte değil. Orada yalnız devlet nizâmları değil, Türklük de eğretidir, daha doğrusu yok gibidir. O çorak, sarp, dağlık yerler devletin yalnız parasını yer, o kadar ve boşuna yer. Oralardan devlete ne sevgi, ne destek, ne de kuvvet gelir.


Tümtürk, “o çorak, sarp, dağlık” Doğu’nun “devletin (yalnız) parasını” “boşuna” yediğini belirtmekte, Doğu’nun kalkınması için “çare” olarak o bölgeye Kazak ve Kırgızların yerleştirilmesini önermekte ve bu şekilde Doğu’nun devletten yardım görmeksizin kalkınacağını iddia etmektedir.


Genel olarak Anaakım Milliyetçiler, Doğu’nun geri kalmışlığını kabul etmiş ve kalkındırılması için adımların atılmasını istemişlerdir. Doğu’nun nasıl kalkındırılacağına dair fikirler de öne sürmüşler ve Hükümeti Doğu’ya yatırım yapmaya çağırmışlardır. Bu kesimden Tümtürk’ten olduğu gibi Doğu’nun kalkındırılmasına dair radikal öneriler de gelmiştir. Anaakım Milliyetçiler, Doğu’nun geri kalmışlığının gerekçesi olarak hükümetlerin ihmalkârlığının yanı sıra bölgenin; dağlık, çetin şartlarının da etkili olduğunu iddia etmişlerdir. Bu kesim, Doğu’nun kalkındırılmasına dair tartışmaları 1960 sonrası süreçte, Kürt Hareketi’nin yükselişine paralel olarak ele almışlardır. Ancak Anaakım Milliyetçiler dış ve iç tehditlerin Doğu’nun geri kalmışlığını istismar ettiklerini de belirtmişler ve bunu önlemek için bir an önce Doğu’nun kalkındırılması gerektiğini ifade etmişlerdir.


ÖZET
ANAAKIM MİLLİYETÇİLER

Anaakım Milliyetçiler, çok partili hayata geçişle birlikte ortaya çıkmış, Soğuk Savaş sürecinde parti olarak MP-CKMP-MHP çizgisiyle varlık göstermiş ve Türkiye’de milliyetçilik ideolojisinde anaakımı temsil etmişlerdir. Ayrıca 1950’lerde Türk Milliyetçiler Derneği, 1960’lar ve 1970’lerde Komünizmle Mücadele Dernekleri ve Ülkü Ocakları Anaakım Milliyetçiler’in önemli yapıları olmuşlardır. Bu kesim, genel olarak Kürt meselesine güvenlik çerçevesinde yaklaşmış ve bu meselenin; Ruslar, Amerikalılar, İngilizler gibi dış tehditlerle ve TİP, CHP, DDKO, siyasi ümmetçi gibi iç tehditlerle yaratıldığını ve kışkırtıldığını öne sürmüşlerdir. Anaakım Milliyetçiler, Seküler Türkçü-Turancılar’la birlikte Uç Sağ içerisinde Kürt meselesini ilk tartışanlardandır. Bu kesim, 1940’ların sonundan itibaren Kürt meselesini ele almış ve ön uyarı bağlamında Kürtlere değinmiş ve onların asimile edilmesi gerektiği çerçevesinde devleti uyarmışlardır. Ancak 1960 sonrası süreçte, “komünist-Kürtçüler”in aleni bir şekilde “bölücülük yapmaya başladığı, üniversiteleri karıştırdığı, Doğu’da olay çıkardığı ve amaçlarına ulaşmak için; öğrenci, polis ve askeri şehit ettiği belirtilmiştir. Anaakım Milliyetçiler sık sık komünist-Kürtçülerin faaliyetlerini ele almış ve hükümeti onlara karşı harekete çağırmışlardır. Ayrıca onlara karşı faaliyetler de yürütmüş, mitinglerle, Ülkü Ocakları’yla Doğu’da güçlenmeye ve böylece “komünist-Kürtçülerin” oradaki gücünü kırmaya çalışmışlardır.


Anaakım Milliyetçiler Türkiye’nin birinci tehlikesinin komünizm, ikincisinin ise Kürtçülük olduğunu, bu iki “zararlı” akımın Türkiye’yi parçalamak için iş birliği yaptığını iddia etmişlerdir. Bu kesim, komünist-Kürtçü tehlikenin sadece sıkıyönetim tedbirleriyle ortadan kaldırılamayacağını, onun karşısında ancak daha güçlü bir millî ideoloji olan Dokuz Işık’ın çıkarılmasıyla yenilebileceğini söylemiştir.


Anaakım Milliyetçiler, Kürtlerin özbeöz Türk olduğunu iddia etmiş ve onları Türk-İslâm Sentezi’nin bir parçası olarak ele almışlardır. Bu kesim, Kürtlerin kendilerini Kürt sanmasında, dış mihrakların etkili olduğunu düşünmekte ve onlara karşı Kürtlerin Türk olduğu tezini “bilimsel” bir şekilde kanıtlamaya çalışmaktadırlar.


Anaakım Milliyetçiler içerisinde Kon dergisi istisnası çerçevesinde Kürt kimliği tanınmış ve çözüm olarak İslâm önerilmiştir. Ancak tek sayı çıkan ve sadece Doğu’ya yönelik çıkartılan bu dergi, Anaakım Milliyetçiler’in Kürt meselesine bakışında bir kırılma yaratmaktan ziyade bir istisna oluşturmaktadır. Dolayısıyla Kon dergisi istisnası kenara konulursa Anaakım Milliyetçiler, Kürtlerin Türk olduğunu öne sürmüş, onları Türk-İslâm Sentezi içerisinde ele almışlar ve böylece Kürt meselesinin varlığını reddetmişlerdir.


Anaakım Milliyetçiler, Doğu’nun geri kalmışlığını kabul etmiş ve kalkındırılması için adımların atılmasını istemiş ve bu çerçevede Kürt meselesini, “kalkındırılması gereken geri kalmış bölge” şeklinde algılamışlardır. Bu kesim, Doğu’nun kalkındırılmasına dair tartışmaları 1960 sonrası süreçte, Kürt Hareketi’nin yükselişine paralel olarak ele almışlardır. Anaakım Milliyetçiler dış ve iç tehditlerin Doğu’nun geri kalmışlığını istismar ettiğini belirtmiş ve bunu önlemek için bir an önce Doğu’nun kalkındırılması gerektiğini ifade etmişlerdir. Dolayısıyla bu kesimin dış ve iç tehditlerin Kürt meselesini istismar etmesini engellemek için Doğu’nun kalkındırılması gerektiğini öne sürdüğü söylenebilir.


Genel olarak Anaakım Milliyetçiler, Soğuk Savaş sürecinde Kürt meselesini temel olarak ülkenin bekasını tehdit eden “güvenlik” sorunu şeklinde ele almış, Kürtleri Türk-İslâm Sentezi’nin parçası kabul etmiş ve komünist-Kürtçülerin Doğu’nun geri kalmışlığını istismar etmesini engellemek için Doğu’nun kalkındırılması gerektiğini öne sürmüşlerdir.


Bundan sonraki yazıların konuları


“4. Bölüm” : “Anaakım İslâmcılar ve Kürtler”


“5. Bölüm” : “Radikal İslâmcılar ve Kürtler”


Yararlanılan Kaynak


TÜRKİYE’DE UÇ SAĞ VE KÜRTLER, 1945-1980: GÜVENLİK, KİMLİK VE KALKINMA / Bayram KOCA / Doktora Tezi / Ankara, 2019

Yorumlar


bottom of page