top of page

Sağ Siyasi Damarlar ve Doğu Sorunu (4) Déjà vu Hissi

  • Yazarın fotoğrafı: Bülent Gürsoy
    Bülent Gürsoy
  • 5 Ağu 2021
  • 31 dakikada okunur


“Sağ Siyasi Damarlar ve Doğu Sorunu (1)” başlıklı ilk yazımda, bu yazı dizisinin; neleri içerdiğini, kaynaklarını, genel tanımlarını yaparak ve konunun kavramsal ve tarihsel/siyasal arka planını aktararak, “1945-1980 yılları arasında Türk Sağı’nın Merkez Sağ’a göre daha uçta kalan ve doktriner akımları olan Uç Sağ’ın Kürt meselesine bakışının incelenmesi hedeflenmektedir.” ifadesini kullanmış ve ”İlerleyen bölümlerde tanımlayacağımız kategorilerin başlıkları: Seküler Türkçü-Turancılar, Anaakım Milliyetçiler, Anaakım İslâmcılar ve Radikal İslâmcılar’dır.” diye belirtmiştim.


Sağ Siyasi Damarlar ve Doğu Sorunu (1)” başlıklı yazımı bu bağlantıdan okuyabilirsiniz.



“Sağ Siyasi Damarlar ve Doğu Sorunu (2)” başlıklı yazımda “Seküler Türkçü-Turancılar ve Kürtler” konusunu ele aldım.


“Sağ Siyasi Damarlar ve Doğu Sorunu (2)” başlıklı yazımı bu bağlantıdan okuyabilirsiniz.



“Sağ Siyasi Damarlar ve Doğu Sorunu (3)” başlıklı yazımda “Anaakım Milliyetçiler ve Kürtler” konusunu ele aldım.


“Sağ Siyasi Damarlar ve Doğu Sorunu (3)” başlıklı yazımı bu bağlantıdan okuyabilirsiniz.



Bu yazımda; güvenlik, kimlik ve kalkınma kavramları çerçevesinde söz konusu kategorilerin üçüncüsünü irdeliyoruz.


Anaakım İslâmcılar Ve Kürtler

Anaakım İslâmcılar 1930’ların ortalarında ortaya çıkmış ve 1960’ların sonundan itibaren ise siyasi parti olarak, MNP/MSP ya da Millî Görüş’le temsil edilmeye başlamıştır. MTTB ve Mücadeleciler bu kesimin önemli yapılarıdır.


Soğuk Savaş sürecinde genel olarak şu yayınlarla temsil edilmiştir:


Hareket (1939-1980), Büyük Doğu (1943-1978), Sebilürreşad (1948-1965), İslâm Dünyası (1952-1954), İslâm (1956-1965), Hilâl (1958-1980), Yeni İstiklâl (1960-1966), Millî Gençlik (1965-1969), Bugün (1966-1980), Millî Gençliğin Sesi (1969-1971), Yeniden Millî Mücadele (1970-1980), Millî Gazete (1973-1980), Çatı (1975-1978), Büyük Gazete (1976-1980) ve Sebil (1976-1980).



ree


Anaakım İslâmcılar, çok partili hayata geçişten itibaren birkaç dergiyle temsil edilmiş ve Merkez Sağ içerisinde hizip olarak varlık göstermiş, 1960’ların sonunda ise Merkez Sağ’dan ayrılarak kendi siyasi partilerini kurmuşlardır.


Anaakım İslâmcılar’ın “üstad”ı Necip Fazıl Kısakürek, sağ ve sol ideolojilerinde; Nazizm, Komünizm ve Lliberalizm olmak üzere üç temel rejim olduğunu belirtmiş, sağın “dine ve geleneğe”, solun ise “maddeye ve insana” vurgu yaptığını ifade etmiştir.


Ancak Kısakürek, sağ ve sol tasnifin felsefi değil politik bir tasnif olduğunu, bu çerçevede sağ ve sol kavramlarının günümüzde ecel terleri döktüğünü, artık düşünceden ziyade duygulara vurgu yaptığını öne sürmektedir. Bu iki akımın yok olma eşiğinde olduğunu, yeni doğan dünyanın ise sağı ve solu olmayacağını; sadece ileriye gitmeyi hedefleyeceğini iddia etmektedir (1944).


Nurettin Topçu öncülüğünde çıkartılan Hareket dergisinin de sağ kavramı üzerine durduğunu gözlemleriz. 1967 yılında çıkan “Sağ’da Olmak” adlı yazıda, sağ kavramının genellikle kapitalizmin kucağına oturtulduğu, hâlbuki tarih boyunca “gerçek sağcıların”, başta Peygamber olmak üzere kapitalist zihniyeti reddettiği ve insanoğlunun, “mala, mülke ihtirasını kırıcı” bütün esasları vaaz ettiği ileri sürülmektedir. Bu yazıda, sağın kapitalizm demek olmadığı esasında materyalizmi hayatımızdan uzaklaştırmak manasına geldiği iddia edilmektedir. Yazının devamında sağ düşüncenin temelinde Allah fikri olduğu, sağın başta komünizm olmak üzere materyalist doktrinlere düşman olmasının gerekçesinin de bu olduğu belirtilmektedir. Sosyalizmi ise Ahlâk Nizâmı (2008) adlı eserinde; özel mülkiyetin kamusallaştığı, sınıfsal eşitsizliğin ortadan kalktığı dayanışmacı bir sistem olarak tanımlamakta ve İslâm’ın üzerine bina ettiği “Ruhçu sosyalizm”i savunmaktadır (Topçu’nun bu “aykırı duruşu”, milliyetçi-muhafazakâr kesimde tepkilere yol açmış, sözgelimi Büyük Doğu Dergisi’nde Kısakürek, Topçu’nun “İslâmiyet’le sosyalizmi evlendirme çabasını” eleştirmiştir).


Sağın önemli şahsiyetlerinden Cevat Rıfat Atilhan da sağ ve sol meselesi üzerine yazmış, Türkiye’deki insanların kahir ekseriyetinin sağ kanadın evlatları olduğunu, bundan dolayı bu milletin yıldırım hızıyla tarihte yükseldiğini ve Türk’e düşman olanların da bunu bildikleri için tarih boyunca sürekli sağ cenaha yüklendiğini belirtmiştir. Atilhan’ın çalışmalarında antisiyonizm vurgusu yüksek olup o, dünyada solun/komünizmin kurucusu olarak; İsrailoğulları’nı, Yahudileri, Siyonizmi göstermiştir:


“Karl Marks, Engels ve Max Nordau gibi üç mel’un Yahudi zekâsının zehirli bir meyvesi olan komünizm ve topyekûn sol, bugün sâri bir hastalık gibi insanlığı sarmış, sürüklemiştir.”


Enver Tuncalp ise sağ ve sol kavramlarının Kur’an’daki yerini tartışmıştır. Tuncalp, ilk olarak Kur’an’daki Vâkıa Suresi’ne referansla ahirette insanların; “sağcı, solcu ve öncü” olmak üzere üç gruba ayrılacağını, sağcılarla öncülerin cennete, solcuların ise cehenneme gideceğini belirtmektedir. Sonrasında ise Kur’an’da yer alan ahiretteki sağ-sol ayrımının dünyada da aynı şekilde olduğunu iddia etmektedir. Bu çerçevede sağcıların; iman sahibi, yoksullara yardım eden, “bereketli” insanlar olduklarını belirtirken, solcuların ise alçak mevkide bulunan, değersiz, “Allahsız” kimseler olduğunu öne sürmektedir. Yazının sonunda, dünyada ve ahirette murada ermenin yolunun, milliyetçi-mukaddesatçı çizgide olmak olduğunu belirtmektedir.


Büyük Gazete’de Hekimoğlu İsmail, Kur’an üzerinden sağ-sol tanımını eleştirmiş ve İslâm’da geçen, Kur’an’ın tarif ettiği sağ-sol tanımının dünyada değil ahirette geçerli olduğunun altını çizmiştir. Ona göre, dünyadaki bütün sağcılar mutlu olmadığı gibi, bütün solcular da bedbaht değildir. Sağ ve sol ayrımının iktisadi, siyasi ve içtimaî kıstaslara göre yapıldığını, bunu İslâmi bir mevzu olarak ele almanın doğru olmayacağını ifade etmektedir.


Millî Görüş’ün yayın organı olan Millî Gazete ise ilk sayısında sağ kavramı üzerine eğilmiştir. Hasan Aksay imzalı “Millî Görüş” adlı yazıda, şu sözlerle sağ-sol tasnifi reddedilmiş, yerine “Millî Görüş” kavramı kullanılmıştır:


“Her şeyden önce mefhumları yerli yerine oturtup fikir anarşisinden kurtulmak şarttır. Bizim için önemli olan Fransız parlamentosundaki sandalyelerin yerine göre yapılacak bir sağcılık solculuk tasnifi değildir. Bizim görüşümüz tarihi gerçeklerimize bağlı olan Millî Görüş’tür başka da çıkar yol yoktur”.


Mücadeleciler, 1945-1980 yılları arasında Türk sağı içerisinde sağcılığı kabul eden ve sağı “bilimsel” bir şekilde açıklamaya çalışan nadir kesimlerdendir. Bu hareketin yayın organı Yeniden Millî Mücadele Dergisi’nde, ilk sayıdan başlanarak, 3 Şubat 1970 ile 23 Haziran 1970 tarihleri arasında 21 serilik “ilmî sağ” yazı dizisi neşredilmiştir.


Mücadeleciler ilk olarak “ilmî sağ”ın “sola karşı bir protesto hareketi olmadığı”nın altını çizmektedirler. İlmî sağ kavramsallaştırmasında, sol-sağ ayrımının insanlığın tarihi kadar eski olduğu ve Fransız İhtilaliyle ortaya çıktığı iddiasının yanlış olduğu belirtilmektedir: “Sol-sağ ayrımı, insanlığın tarihi kadar eskidir. Bu ayrımı, Fransa İhtilal Meclisi’ndeki partilerin, meclisin sağ veya solunu işgal etmeleri vakıasına bağlamak da yanlış ve gülünçtür”. Bu hareket; liberalizm, sosyalizm, milliyetçilik gibi ideolojilerin yanı sıra; Hristiyanlık, Musevilik, Budizm gibi dinleri de sol olarak kodlamakta ve bunları inanç yönünden yanlış anlayışa sahip olmakla yaftalamaktadır. Sol olarak kodlanan ideolojilerin ya da dinlerin kâinatı veya hayatın tezahürlerini ilahlaştırdığı iddia edilmektedir. Sözgelimi onlara göre; liberalizm bireyi, komünizm cemiyeti, milliyetçilik ise ırkı ilahlaştırmaktadır.


Solun karşısına ise ilmî sağı yerleştirmektedirler. Mücadeleciler, sol-sağ ayrımında temel ölçütün “tevhit inancı” olduğunu belirtmekte ve bu çerçevede kâinat ve hayatın Allah tarafından yaratıldığını kabul eden ideolojilerin sağ, diğerlerinin ise sol olduğunu iddia etmektedirler.


Milletin ideolojik yapısının ilimleşmesi” şeklinde ele alınan ilmî sağ, “bilimsel sosyalizm, bilimsel materyalizm” gibi sol türlerine karşı “bilimsel sağ” denemesi olarak yorumlanabilir.


Genel olarak Anaakım İslâmcılar, kendilerini “Millî Görüş” ya da “İlmî Sağ” ekseninde tanımlamış veya sağa farklı anlam vermeye çalışmışlardır. Ayrıca bu kesim sağa Kur’an’dan destek bulmaya çalışırken solu da kaba ifadelerle eleştirmiştir.


1. GÜVENLİK: “ANADOLU İSLÂM BİRLİĞİ’NİN BEKASI”


Anaakım İslâmcılar 1945-1960 döneminde Kürt meselesini neredeyse hiç tartışmamış, daha çok komünizm ve Siyonizm’le meşgul olmuşlar ve Kürt meselesiyle 1960 sonrası süreçte ilgilenmeye başlamışlardır. Anaakım İslâmcılar, genel olarak Kürt meselesini güvenlik ekseninde tartışmış ve bu meselenin “Anadolu İslâm Birliği”nin bekasını tehdit ettiğini iddia etmişlerdir. Bu kesim Türkiye’de Kürt meselesinin oluşmasında, dış mihrakların/dış tehditlerin ve onların maşası iç dinamiklerin/iç tehditlerin rolünün temel etken olduğunu düşünmektedir. Bu minvalde Anaakım İslâmcılar’a göre devlet, “dış mihraklar ve iç dinamikler”in Kürt meselesine dair rolünü engellerse, başka bir ifadeyle Türkiye’nin güvenliğini sağlarsa Kürt meselesi kendiliğinden çözülecektir.


1.1. Dış Tehditler: Ruslar, “Beynelmilel Yahudiler” ve “Beynelmilel Ermeni İhtilal Komiteleri”


Mehmet Şevket Eygi’nin öncülüğünde çıkartılan Bugün Gazetesi, Kürt meselesini tartışırken “Rus kışkırtması” tezini kullanmıştır. Gazetenin 3 Eylül 1967’deki kapağı, “İslâm düşmanları kardeş kavgası istiyor: Komünist Kürtçüler Doğu’da isyan çıkartmağa çalışıyorlar” olmuştur. Bu sayıda, Kürtçülüğün 27 Mayıs sonrası, Doğu ve Güneydoğu’da tehlikeli bir hal almaya başladığı belirtilmiş ve Sovyet Rusya’sı tarafından desteklenen ve Türkiye’nin bütünlüğünü parçalayarak Doğu Anadolu’da “kukla bir Kürt devleti” kurma gayesinde olan komünist ajanlarının “CHP devrinde Kürt vatandaşlara yapılan vahşi zulümleri istismar etmekte ve halkı cazip vaatlerle” kışkırtmakta olduğu söylenmiştir. Gazete, 24 Ekim–30 Ekim 1969 tarihleri arasında yedi sayılık “Doğu Anadolu Dosyası” serisi yayımlamış ve bu serinin ikinci sayısının başlığı “Sovyetler Türkiye’de Kürtçülüğü Kışkırtıyor” olmuştur. Bu dosyaya göre, Dersim Tedibi ve Şeyh Said İsyanı’nda da Rusların payı olup, isyancıların hepsi; Rusya, İngiltere ve Fransa’nın kanatları altındadır. Hatta isyanın öncülerinden Nuri Dersimi’nin “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı kitabındaki coğrafi taksim ve Kürdistan haritasının, Rus kurmay Yüzbaşı P. Oryanof tarafından yapılmış olması ve Dersimi’nin Rus Oryanof’un verilerini kitabında kullanması onun Ruslar adına çalıştığının delili olarak görülmektedir.


Kadir Mısıroğlu öncülüğünde çıkan Sebil Dergisi de sayfalarında Rusları Kürt meselesi hususunda dış tehdit şeklinde tartışmıştır. Bu dergide, 1979 yılındaki İran Devrimi sonrası Rusların; İran, Irak ve Türkiye’de Kürtçülük meselesi yaratma çabaları ele alınmış ve İran’daki devrimi gerçekleştirenler arasında komünistlerin olmasının kendilerinde bazı endişelere yol açtığı ifade edilmiştir.


Dergi, Rusların bu emeline karşı olarak çarenin İslâm’a sarılmak olduğunu belirtmiş zira “Kürt ile Türk’ü bağlayan tek bağın İslâm olduğu” vurgulamıştır.


Aykut Edibali öncülüğünde çıkartılan Yeniden Millî Mücadele Dergisi, yayımlanmaya başladıktan kısa bir süre sonra, 28 Nisan 1970 - 23 Haziran 1970 tarihleri arasında dokuz sayılık “Türkiye’de Vatan Bölme Faaliyetleri” adında Kürt meselesini ele alan bir seri yayınlamıştır. Bu seride, “tarihin ve jeopolitiğin bize en büyük düşman yaptığı” Rusya’nın, Kürtler üzerinden Türkiye’yi karıştırmak istediği öne sürülmüştür. İlk olarak Rusların, “müstakil Kürdistan” parolası çerçevesinde Kurtuluş Savaşı döneminde; Türkiye, İran ve Irak’taki bütün Kürtleri kaynaştırarak kendisine yeni bir eyalet daha eklemek istediği iddia edilmiştir. Bu seri, Ruslara bağlı komünistlerin Doğu bölgemizi dejenere ettiğini ileri sürmüş ve Rusya’nın Kürt meselesi konusunda genel politikasının şu şekilde olduğunu belirtmiştir:


İran ve Iraktaki Kürdlerle beraber, memleketimizin Doğu bölgesinde yaşayan kardeşlerimizi, müstakil Kürdistan içinde toplamak vaadiyle tahrik etmek, bu tahrik sağlandıktan sonra, bilhassa Türkiye’de ihtilale geçişi kolaylaştırmak.”


Dergi Rusya’nın bu politikasını, Der Spiegel’e ait olduğunu iddia ettiği alıntıyla desteklemiştir:


“Sovyetlerin Kürdleri desteklemelerinde elbette gizli bir maksat vardı. Ruslar Kürdleri koz tutarak siyasi havaya göre; Tahran, Ankara ve Şam’daki hükümetlere baskı yapmak istiyorlardı (Der Spiegel - 20 Haziran 1969).


Genel olarak Anaakım İslâmcılar, Kürt meselesinde temel dış tehdit olarak Rusları görmüş ve yayınlarında sık sık onları eleştirmişlerdir. Bu kesim Rus dış tehdidinin yanı sıra başka ülkeleri de “dış mihrak” olarak kodlamıştır. Mücadeleciler Kürt meselesini Ruslar üzerinden ele aldıkları gibi “beynelmilel Yahudiler” ya da “Siyonistler” üzerinden de açıklamışlardır.


Beynelmilel Yahudiler”in “Türkçü Konstantin Borzecki ve Kürtçü kürdolog İngiliz binbaşısı Noel” gibi ajanlarını kullanarak Türkiye’de Türkçülük ve Kürtçülük düşüncesini yaydıklarını iddia etmektedirler. Böylece “son kale” olan Anadolu’nun komplolarla; Kürdistan, Lazistan, Ermenistan, Yunanistan, Türkistan gibi parçalara ayrılmak istendiği öne sürülmektedir. Bu hareket, “beynelmilel Yahudiler”in amacına ulaşmak için; Amerika, Rusya gibi büyük devletleri dahi kullandığını iddia etmektedir. Hatta hareketin aktivistlerinden Fahrettin Dağlı, 70’lerde, “Amerika, Rusya Yahudiye kukla” sloganının Mücadeleciler içerisinde popüler olduğunu ifade etmiştir.


Mücadeleciler’in sözünü ettiği Konstantin Borzecki, Polonya asıllı olup 1869’da Mustafa Celaleddin Paşa adını almıştır. İlk Türkologlardan kabul edilen Borzecki, 1869’da “Eski ve Modern Türkler” kitabını yazmıştır. Uç Sağ, onu Yahudi olmakla ve Türklük çerçevesinde “kavmiyetçiliği” Osmanlı’ya sokmakla suçlamaktadır.


Kürt Lawrence” şeklinde de anılan Binbaşı Noel ise Kurtuluş Savaşı sürecinde Wilson İlkeleri çerçevesinde “Kürtlerin kendi geleceğini tayin etme” hakkının olduğunu, başka bir ifadeyle bağımsız olabileceğini düşünmekteydi. Hatta 1919’da Celadet Bedirhan, Kamuran Bedirhan gibi Kürt liderleriyle “bağımsız bir Kürt devletinin kuruluşu” için toplanmış ancak toplantıdan haberdar olan Mustafa Kemal, bu toplantıya katılanları tutuklatmak için baskın yapınca Kürtler dağılmıştır.


Mücadeleciler, Rusların yanı sıra; Fransa, İngiltere, Hollanda, ABD ve beynelmilel Yahudileri, Kürt meselesini kışkırtan öteki dış mihraklar olarak yaftalamışlardır.


Mehmet Şevket Eygi’nin öncülüğünde çıkartılan Büyük Gazete de Kürt meselesinde “Beynelmilel Ermeni İhtilal Komiteleri”ni dış tehdit olarak belirlemiştir. Bu dergide yayınlanan “Türkler ve Kürtler” adlı bir yazıda, “Türkiye’yi batırmaya ve Anadolu’nun yarısında Ermenistan Devleti kurmağa ahdetmiş olan “Beynelmilel Ermeni İhtilal Komiteleri”nin bütün ümitlerini Kürtlerin ayaklanmasına bağladıkları belirtilmiştir. “Beynelmilel Ermeni İhtilal Komiteleri”, Anadolu’da Ermeni kalmadığı için “Kürt unsurunu manivela olarak kullanmak istiyorlar” ve onlara yardım eden komünistler de var güçleriyle ortaya bir Kürt problemi çıkartmaya çalışıyorlardır.


Bu “fitne”yi önceleyecek yegâne kuvvet ise dergiye göre, “İslâm kardeşliği”dir. Yazıda, İslâm’ın kavmiyetçiliği yasak ettiği hepimizin İslâm milletinden olduğu belirtilmiş ve “ortada ne Türk kalır ne de Kürt… Bolşeviklere, Siyonistlere uşak oluruz” sözleriyle “parçalanmayalım” vurgusu yapılmıştır. Büyük Gazete’de yayınlan “Sevr Antlaşması Hortluyor: Komünizmin Arkasında Kürtçülük Var!” başlıklı yazıda da “Ermeni komitacılarının Sevr anlaşmasını gerçekleştirmek ve müstakil bir Ermenistan devleti kurmak için mücadele ettiği” ifade edilmektedir. Ermenilerin arkasında ise şu ülkeler olduğu iddia edilmektedir:


“Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devleti, Çin, İran, İngiltere ve Fransa. İsrail’i de unutmayalım. Türkiye’nin parçalanması ve müstakil bir Kürdistan kurulması beynelmilel Siyonizm’in menfaatine olacaktır.”


Anaakım İslâmcılar, Kürt meselesinde Ruslarla ilişkili olarak Molla Mustafa Barzani’yi de dış tehdit şeklinde tartışmışlardır. Bugün gazetesi Barzani’yi zaman zaman gündeme getirmiş, Türkiye’den Barzani’ye silah kaçakçılığı yapıldığına dair haberler yayınlamıştır. Ayrıca, “Barzani Uydurma Bir Din Kurmak İstiyor” başlıklı ilginç haberde, Barzani’nin İslâm’a dil uzattığı ve İslâm’ı kaldırarak yeni bir din kurmak istediği iddia edilmektedir.


Bugün’e göre, Barzani ve Molla Hurşit’in yaymak istediği “yeni din”in esasları şunlardır:


1. Ölen ölür, artık ondan bahsedilmez ve medet umulmaz.


2. Namaz kılmak yasaktır.


3. Oruç tutulmaz.


Yazıda Barzani ve Molla Hurşit’in yeni dininin namaz kılmayı ve oruç tutmayı yasakladığı ve bu çerçevede İslâm’a aykırı hükümler barındırdığı söylenmiştir. Ayrıca Barzani’nin bu yeni dininin fikirlerini benimsemeyen 30 kişiyi kurşuna dizdirdiği ve bu yeni dini benimsemek istemeyen Barzani’nin adamlarının dağdan kaçarak Türkiye’ye sığındığı belirtilmektedir.


Refik Özdek imzalı “Hayali Bir Kürt Cumhuriyeti” adlı yazıda, Doğu’daki vatandaşların Barzani kışkırtıcılarının baskılarına rağmen Irak’ta olduğu gibi harekete geçmedikleri çünkü “Türkiye’nin Irak olmadığı, Doğulu vatandaşların da Irak Kürtleri olmadığı” belirtilmiştir.


Mücadeleciler; Yahudilerin, Hıristiyanların ve Ermenilerin Barzani’yi desteklediğini ifade ederek bu gayr-i Müslim azınlığın bundaki amacının şu şekilde olduğunu belirtmektedirler:


1 — Müslümanları zayıflatma politikası (birbirleriyle döğüştürerek),


2 — Kürdleri, Orta-Doğu’daki Müslümanlar arasında tampon olarak kullanma ve Türkiye’yi tehdit,


3 — Kürdlerin meskûn bulundukları yerlerdeki zengin petrol ve maden yataklarının ele geçirilmesi,


4 — Kürdlerin toprak vaatleriyle beynelmilel Yahudiliğin daimi kontrolü altında tutulması.


Yazının devamında, Kürdistan’da ve Türkiye’nin Doğu bölgelerinde yaşayan Yezidilerin olduğu ve bunların şeytana taptığı belirtilerek onların Barzani’yi desteklediği öne sürülmektedir.


Mücadeleciler, Doğu bölgesinin Türkiye’den koparılması için Ermenilerin yanı sıra Moskova hesabına çalışan Barzani Hareketi’nin de gayreti olduğunu iddia etmekte ve Barzani Hareketi’ni, Anadolu’yu parçalamak ve Türkiye’yi güçsüz tutmak amacıyla Ortadoğu’da güçsüz bir Türkiye isteyen devletlerin kullandığını savlamaktadır.


Mücadeleciler, Doğu Anadolu’daki “özbeöz kardeşlerimizin bir kısmı”nın Barzani’yi “melek gibi bir insan” olarak gördüğünü söylemekte ve bunda kendilerinin de ihmali olduğunu itiraf etmektedirler. Bu hareket, geçmişte büyük devletler tarafından Binbaşı Noel’e yaptırılmaya çalıştırılan Anadolu’yu parçalama görevini şimdilerde Barzani’ye yaptırılmaya çalışıldığını düşünmektedir.


Barzani sadece dolaylı olarak Türkiye’deki Kürtçüleri desteklediği için değil kimi zaman doğrudan Türkiye sınırlarını ihlal ettiği için de gündeme gelmiştir. Barzani ve Talabani güçleri, 1978 yılında Türkiye sınırını ihlal ederek, Hakkâri’nin kimi ilçelerinde çatışmıştır.


Hatta Hakkı Öznur’a göre, ikili arasındaki bu çatışma, Türkiye’deki Kürtçüler arasında da bölünmeye yol açmış, Rizgari grubu içindeki Orhan Kotan ve ekibi, ikili arasındaki çatışmada Barzani’den yana tavır almış, İbrahim Güçlü’nün başını çektiği ekip ise Talabani’den yana tavır almış; bunun sonucu olarak örgüt bölünmüştür. Bunun yanı sıra KAWA ve Rizgari genel olarak Barzani’yi desteklerken Kemal Burkay’ın başını çektiği Özgürlük Yolu ise Talabani yanlısıdır.


Sebil Dergisi 6 Ekim 1978’deki sayısında, çatışmayı anlatmış ve Türk ordusunun olaya el koyduğunu yazmıştır. Nitekim çatışma sonrası, dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı bölgeye gitmiş ve incelemelerde bulunmuşlardır.


Anaakım İslâmcılar ve genel olarak Uç Sağ, Barzani’yi 1960’lar ve 70’lerde tartışmış, onu dış mihrakların maşası/kuklası ve Türkiye’de Kürtçülük hareketini körükleyen “komünist-Kürtçü” şeklinde kodlamışlardır.


Anaakım İslâmcılar, Türkiye’de Kürt meselesini oluşturan dış tehditlerin arasında yurtdışındaki “Kürtçüleri” de saymaktadırlar. Bugün gazetesinin, yukarıda bahsedilen, yedi sayılık “Doğu Anadolu Dosyası”nın alt başlıklarından biri “Amerika ve Avrupa’da Kürtçülük Merkezleri”dir. Amerika ve Avrupa’daki Kürt kuruluşlara, Batılı devletlerin onlardan istihbarat toplamak için yardım ettiği ileri sürülmüştür. Bu seride, Silvio Van Roy, Abdülkadir, Cemal Nabaş, Celal Baytuşi, Revandudzi, Kemal Fuad, İhsan Fuad, Hilmi Abbas gibi “Kürtçü liderler”den ve onların faaliyetlerinden bahsedilmiş ve bunların özellikle Ruslara ajanlık yaptığı iddia edilmiştir. Refik Özdek ise “Kürt Talebe Federasyonu”nun Berlin’de yaptığı toplantıyı ele almış ve o toplantıda, Doğu’daki yirmi ilin “hayali Kürdistan cumhuriyetinin sınırları” içine alındığını söylemiştir.


1.2. İç Tehdit: TİP, CHP, DDKO ve TÖB-DER


Anaakım İslâmcılar, Kürt meselesinin oluşmasını ve büyümesini iç tehditler üzerinden de açıklamaktadırlar. Onlara göre bazı “Kürtçü” partiler, yapılar ve aydınlar Kürt meselesi hususunda tehdit oluşturmaktadırlar. Anaakım İslâmcılar bu iç tehditlerin genellikle dış tehditlerle birlikte hareket ettiğini, hatta onların “maşa”sı olduğunu öne sürmektedirler. İç tehditler, çoğunlukla dış tehditlerin ya da dış mihrakların hesabına çalışan, kendi aklıyla/iradesiyle hareket edemeyen piyonlar şeklinde değerlendirilir.



ree


1.2.1. Kürtçü Partiler: TİP ve CHP


Anaakım İslâmcılar, TİP ve CHP’yi bölgecilik yapmakla ve Doğu’yu istismar etmekle suçlamışlardır. Mustafa Yazgan, “Doğu Mitingleri” adlı yazısında TİP’in, erken Cumhuriyet döneminde CHP’nin politikalarıyla geri bıraktığı Doğu’yu istismar ettiğini ve “şahsi ikbal ve iktidarlarına basamak olarak milyonların ıstırabını seçtiği”ni belirtmektedir. Ayrıca dönemin Başbakanı Demirel’i de; “koskoca vatanın doğusunu batısına düşman edici, bölücü, kin ve nifak sokucu Doğu Mitingleri”ne karşı sessiz kalmakla suçlamaktadır.


Sayfalarında düzenli olarak Doğu Mitingleri’ne ve dolayısıyla TİP’e yer veren Anaakım İslâmcı yayın Bugün gazetesidir. Bu gazetede yayınlanan, “Aşırı Solun Tertiplediği Diyarbakır Mitinginde TİP ve CHP el ele idi” haberiyle hem TİP hem de CHP marjinalize yapılar olarak gösterilmiştir.


Bugün gazetesi, 24 Ekim–30 Ekim 1969 tarihleri arasındaki yedi sayılık “Doğu Anadolu Dosyası”nda TİP ve Doğu Mitingleri’ne genişçe yer vermiş, Sovyetlerin TİP’in tahrikçi mitingler düzenlemesini memnuniyetle karşıladığını belirtmiş ve bugün Kürtçülüğün tahripkâr faaliyetlerinde; tertipçi, teşvikçi ve tahrikçinin TİP olduğunu ileri sürmüştür. Gazetedeki Doğu Anadolu Dosyası’nın 27 Ekim 1967’deki dördüncü sayısının başlığı “Doğu Mitingleri” olup bu yazıda, TİP’in daha 1965 seçimleri arifesinde radyoda “Doğulu kardeş” ifadesini kullanarak bölücü faaliyetlerinin ilk motifini kullandığını ileri sürülmüştür. Gazete, TİP’in Doğu Mitingleri’nde, “etnik zümrelerin, ayrı dil, ayrı din ve ayrı inanç içinde muhtar haklarla yaşayabilecekleri felsefesini benimsediklerini” söylediğini iddia etmiş ve bu şekilde “Doğu’nun nasyonalist halkını çelmek istedikleri”ancak başarılı olamadıklarını belirtmiştir.


Anaakım İslâmcılar’dan Mücadeleciler de aşağıdaki alıntıdan da anlaşılacağı üzere, TİP’i ve Doğu Mitingleri’ni hedef göstermiş; köyü istismar edenlerin, vatan bölücülerin, Rumların, Yahudilerin ve Ermenilerin TİP’te olduğunu iddia etmişlerdir:


Ömründe köy görmemiş olan adamlar TİP’tedir. Ayağına çarık giymemiş fakat çarığı istismar eden, ağzına Amerikan viskisinden başka içki koymayıp, yosunlu su içenleri hor gören şom ağızlar TİP’tedir. Neo-kapitalist Sadun Aren, uşaklığını yaptıkları Yahudi Aybarlar, dönme Şiar Yalçınlar TİP’tedir. Vatan bölücüler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler bunların safındadır”.


Ayrıca TİP’in seçimlerde, yoksul kesimin yaşadığı Sağmalcılar’dan değil “komprador Yahudi”lerin yaşadığı Şişli’den Adalar’dan oy aldığını öne sürmektedirler.


Mücadeleciler, yayın organında yer alan dokuz sayılık “Türkiye’de Vatan Bölme Faaliyetleri” serisinde Doğu Mitingleri’ne yer vermiş ve bu seride, Doğu Mitingleri’ne katılan bir vatandaşın sözlerini aktarmışlardır:


Kardeşim, bunlara (mitingi tertipleyenlere) nasıl inanabiliriz? Söyledikleri şeyler belki güzel. Ama kürsüden iner inmez, karşımızdaki lokantada içki içiyorlar”.


Anaakım İslâmcılar’ın “Kürtçü” ithamlarına maruz kalan diğer parti ise CHP’dir. Anaakım İslâmcılar, CHP’yi özellikle 1970’lerdeki politikalarından dolayı “komünist-Kürtçüleri” kollayan parti şeklinde ele almışlardır. CHP’nin 1970’lerde iktidara gelmek için bölgecilik yaptığı iddia edilmiştir. Ayrıca Anaakım İslâmcılar, Kürt meselesini “Tek-Parti CHP’si”ni eleştirmek için de kullanmışlardır. Anaakım İslâmcılar, erken Cumhuriyet döneminde CHP’nin Doğu’yu ihmal ettiğini ve Doğu’daki isyanları sert bir şekilde bastırdığını ileri sürerek CHP’yi eleştirmişlerdir.


Erken Cumhuriyet dönemindeki politikalarından dolayı CHP’yi eleştirenlerin başında Anaakım İslâmcılar’dan Kadir Mısıroğlu gelmektedir. Şeyh Said İsyanı’nı konu edinen Mısıroğlu, CHP’nin Cumhuriyet ile birlikte Millî Mücadele’nin amaçları arasında olmayan radikal inkılapları uygulamaya başladığını, radikal politikalardan rahatsız olan muhafazakâr kesimin Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurduğunu ve bu partiden rahatsız olan CHP’nin de Şeyh Said’i bahane ederek bu partiyi kapattığını ve baskı rejimi kurduğunu ileri sürmektedir. Ayrıca Mısıroğlu, CHP’nin bu isyan sonrası muhafazakâr kesime baskı kurduğunu hatta terör estirdiğini iddia etmiştir. Mısıroğlu’na benzer şekilde Necip Fazıl Kısakürek de CHP’nin Şeyh Said’i bahane ederek Şark’ı adeta biçer-döver makinesiyle biçmek için kullandığını belirmektedir. Ayrıca her ikisi de Şeyh Said’in, CHP’nin aşırı laiklik politikalarına tepki olarak ayaklanmak “zorunda kaldığını” ve genel itibarıyla bu isyanın dinî nitelikte olduğunu ileri sürmektedirler. Şeyh Said İsyanı’nın yanı sıra “Dedektif X Bir” müstearıyla Büyük Doğu’da yayınlanan “Doğu Faciası” adlı seride de Dersim Tedibi ele alınmış ve Cumhuriyet yönetiminin rejimi Dersim’e yaymak amacıyla bazı eşkıyalık hareketlerini bahane ederek bölgeye operasyon düzenlediği ve bu operasyonda 50.000’in üstünde Müslüman’ın öldürüldüğü belirtilmiştir. Dedektif X Bir, Dersim Tedibi’ni “tarih boyunca gelen faciaların en büyüğü” şeklinde ele almış ve dönemin Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak ve Başbakanı Celal Bayar’ı facianın sorumlusu olarak göstermiştir (1950). Kısaca, Anaakım İslâmcılar, Kürt meselesi çerçevesinde Şeyh Said İsyanı, Dersim Tedibi ve Muğlalı Olayı’nı CHP’nin erken Cumhuriyet dönemindeki laiklik başta olmak üzere genel olarak politikalarını eleştirmek için kullanmışlardır.


Mustafa Yazgan, Doğu’nun geri kalmasında CHP devrinin payı olduğunu iddia etmiş, İnönü’nün, Doğu’ya yatırımı “israf ve haram” gördüğünü öne sürmüştür. Ayrıca Yazgan, İnönü’nün erken Cumhuriyet dönemindeki Doğu’ya yönelik icraatlarını “damla damla kan, bucak bucak işkence” şeklinde belirtmiş ve CHP’nin bu icraatlarını kör ve sağır, Frankeştayn politikası şeklinde adlandırmıştır.


Yazgan, Doğu Anadolu’yu da bu Frankeştayn’ın önüne atılmış kurban ve Doğu Mitingleri’ni düzenleyen TİP’i de bu Frankeştayn’ın “gayrimeşru komprador çocukları” olarak ele almakta ve böylece TİP ile CHP’yi ilişkilendirmektedir. Yazgan’ın yanı sıra “Aşırı Solun Tertiplediği Diyarbakır Mitinginde TİP ve CHP El Ele idi” başlıklı haberiyle Bugün de CHP’yi TİP’le ilişkilendirmiştir.


Metin Toker, Doğu Mitingleri’nin bölgecilik ruhunu ateşleme amacında olduğunu, CHP’nin başta TİP’in oyununa gelerek bu mitinglere katıldığını ancak sonrasında oyuna geldiğini anladığını ve İnönü’nün kesin direktifiyle Doğu bölgesindeki teşkilatlarına bu mitinglere katılmama emrini verdiğini belirtmektedir. Toker ayrıca, CHP’nin bu mitinglerden elini ayağını çekmesiyle toplantıların cılızlaştığını ve zaman içerisinde sönümlendiğini iddia etmektedir.


MSP’nin yayın organı Millî Gazete de CHP’yi eleştiren yazılarına sayfalarında yer vermiştir. Özellikle 1970’lerde Doğu’da CHP ile birlikte etkili olan MSP, yayın organı Millî Gazete aracılığıyla oradaki oylarını arttırmak için CHP’yi eleştiren yazılar yayınlatmıştır. Gazetenin 26 Ağustos 1976’daki sayısında, “yıllarca Doğu’yu geri bırakanın CHP olduğu” iddia edilmiş ve CHP’nin sonra “hiç sıkılmadan Doğu’nun geri kalmışlığını istismar ettiği" ifade edilmiştir. MSP’nin ise bu “istismar edenlere” karşı, Doğu’yu; il-il, ilçe-ilçe dolaşarak ve her köşeye fabrika temelleri atarak, “hakkın mücadelesi”ni verdiği söylenmiş ve sonrasında da MSP’nin Doğu’daki icraatları anlatılmıştır. Millî Gazete’nin yanı sıra MSP de Meclis’te CHP’yi Doğu’yu geri bırakmakla suçlamaktadır. Meclis’te MSP’li Abdülkadir Öncel, Doğu’nun geri kalmasının baş sorumlularından biri olarak CHP’yi göstermiş, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da en büyük zulüm ve işkencenin CHP döneminde olduğunu ifade etmiştir.


AP’den 11 vekil transferi sonrası CHP’nin 1978’in başında tek başına iktidar olması, Uç Sağ nazarında adeta “komünizmin geldiği” kanaati oluşturmuştur. Öyle ki Büyük Gazete’nin 14 Haziran 1978’deki kapağı “Gelecek-Melecek Değil, GELDİ BİLE” olmuş ve bu sayıda, eskiden “gelecek” diye bağırdığımız komünizmin “artık geldi” denilerek, CHP iktidarıyla birlikte Türkiye’nin, şu anda bir dereceye kadar komünist bir düzen ile idare edildiği öne sürülmüştür.


Anaakım İslâmcılar, bu dönemde CHP iktidarının komünistlere ve bölücülere ses etmediğini sık sık dile getirmişlerdir. Ayrıca CHP’nin Şerafettin Elçi’yi Bayındırlık Bakanı yapmasını, Anaakım Milliyetçiler’in yanı sıra Anaakım İslâmcılar da eleştirmişlerdir.


Mücadeleciler, CHP iktidarının “sırf iktidar olabilmek için bölücülük suçundan hüküm giymiş birini bakan yaptığı”nı belirtmişlerdir. Ayrıca Elçi’nin Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No'lu Askerî Mahkemesi’nde yargılandığını ve "Türk-Kürt ayrımı yapmak ve müstakil devlet kurmak" suçundan bir yıl üç ay hapis cezasına çarptırıldığını dile getirmişlerdir.


Mücadeleciler, TİP’in bölücülükten dolayı kapatıldığını, Ecevit’in iki Doğu gezisi incelendiğinde, TİP’in Doğu’daki görevini alma eğilimi gösterdiğini iddia etmiş ve savcıları, Ecevit’in Doğu’da yürüttüğü bölücülük kampanyasını soruşturmak üzere göreve çağırmışlardır.


Mücadeleciler, CHP’yi Kürt meselesinde iç tehdit olarak ele almanın yanı sıra onu dış mihraklarla da ilişkilendirmişlerdir. Yeniden Millî Mücadele Dergisi’nin 24 Haziran 1975’teki kapağı, “CHP’nin Doğu’daki Tahrikleri” şeklinde olmuş ve bu sayıda, Ecevit’in, “beynelmilel maliye diplomasisi ve basın çevrelerinin katıldığı” Bilderberg Toplantısı’ndan bir müddet sonra Doğu tahriklerine başlaması manidar bulunmuştur.


Genel olarak Anaakım İslâmcılar, 1960’larda TİP’i, 1970’lerde ise CHP’yi Kürtçü parti olmakla suçlamışlardır. TİP, “Kürt meselesini dış mihraklar hesabına gündeme getirdiği” gerekçesiyle kapatılmış, CHP’nin de aynı gerekçeyle 70’lerde kapatılması gerektiği dillendirilmiştir. Ayrıca Anaakım İslâmcılar, Kürt meselesi üzerinden erken Cumhuriyet dönemi CHP’sini eleştirmiş, CHP’yi Doğu’ya baskı kurmak ve Doğu’yu geri bırakmakla itham etmiş ve bugünkü Kürtçülük Hareketi’nin erken Cumhuriyet dönemi CHP politikalarından kaynakladığını ileri sürmüşlerdir.


1.2.2. Kürtçü Yapılar: DDKO ve TÖB-DER


Anaakım İslâmcılar tıpkı Anaakım Milliyetçiler gibi DDKO ve TÖB-DER’i de Kürt meselesinde “iç tehdit” olarak değerlendirmiş, özellikle Mücadeleciler, bu iki yapıyla uğraşmış ve yayın organlarında hedef göstermişlerdir.


Mücadeleciler, DDKO yargılanmalarını ele almış ve DDKO’nun, “Rus güdümünde bir Kürdistan kurma” amacında olduğunu ifade etmişlerdir. Ayrıca DDKO mensupları, "Barzani’nin Türkiye’deki ajanları" olarak değerlendirilmiştir.


Mücadeleciler, 12 Mart Muhtırası’nı olumlu karşılamış bu süreçte; DDKO, TİP gibi “bölücü” ve “komünistlere” yönelik operasyonları “vatan bölme faaliyetlerinin akim kalması” şeklinde yorumlamışlardır. Bu kesim, CHP-MSP Koalisyonu döneminde çıkartılan 1974 Affı’nı eleştirmiş zira onlara göre bu af, “Barzani ajanları” şeklinde değerlendirdikleri DDKO üyelerini serbest bırakacaktır.


Mücadeleciler, Türkeş’in Diyarbakır’a gitmesiyle meydana gelen olayların sorumluları arasında DDKO’nun devamı olan Devrimci Kültür Derneği, TÖB-DER ve siyasi Kürtçüleri saymakta ve tüm bunların CHP’nin himayesi altında olduğunu belirtmektedirler.


Mücadeleciler TÖB-DER’i de Kürt meselesinde iç tehdit olarak ele almış, TÖBDER’in yıllık genel kurulunda Doğu’dan hep “Kürdistan” diye söz edildiğini, herkesin ana dilde eğitim görmesi gerektiğinin savunulduğunu iddia etmişler ve Hükümet’e “komünizme ve bölücülüğe yataklık eden TÖB-DER”in ne zaman kapatılacağını sormuşlardır. Sonrasında da TÖB-DER’in genel kurulunda Kemal Uzun’un “Türkiye devrimci hareketi, ezilen Kürt ulusu ve onların haklarıyla kopmaz bağlarla bağlıdır” sözlerini ifade ettiğini öne sürmüşlerdir. Yeniden Millî Mücadele’nin başka bir sayısının kapağı, “komünistliği ve bölücülüğü belgelenen TÖB-DER kapatılmalıdır” şeklindedir. Sebil de CHP’nin, iktidarı döneminde Doğu’da; DEV-GENÇ, TÖB-DER, TİKKO, TKP, KAWA gibi yapıların istediğini yapar duruma geldiğini söylemiştir. Çatı ise TÖB-DER’i “Öğretmenlerin sorunlarını anlatmaktan ziyade onları gizli ideolojik emellere alet etmek”le suçlamış ve kapatılması gerektiğini söylemiştir.

Dolayısıyla Anaakım İslâmcılar, TÖB-DER ve DDKO’yu Kürt meselesinde Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden yapılar şeklinde ele almış ve başta Mücadeleciler olmak üzere zaman zaman onları hedef göstermişlerdir.


1.2.3. Kürtçü Dergiler ve Aydınlar


Anaakım İslâmcılar, tıpkı Seküler Türkçü-Turancılar ve Anaakım Milliyetçiler gibi 1960 sonrası Kürt aydınları ve Kürt yanlısı dergileri eleştirmiş ve onları Kürt meselesi konusunda “iç tehdit” olarak ele almışlardır. Anaakım İslâmcılar’dan Fethullah Erbaş, yapılan görüşmede Sovyetler’in Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için aydınları kullandığına dikkat çekmiş ve hatta Sovyetler’in Kürt aydınları eğittiğini öne sürmüştür.


Mehmet Şevket Eygi öncülüğünde çıkan Yeni İstiklâl Dergisi, Deng Dergisi’nin “Kürtçülük” yapmaktan dolayı iki yöneticisinin tutuklanmasını gündeme almış ve derginin kimi yazılarının Kürtçe olmasını eleştirmiştir (1963). M. İhsan Arslan, Yeni Akış Dergisi’ni konu edindiği yazısında, kendisinin ana dilinin de Kürtçe olduğunu belirtmiş, bu derginin Doğu’nun geri kalmışlığını suiistimal ettiğini söylemiş ve nihai amaçlarının “Kürt kardeşlerimizi komünist yapmak” olduğunu ileri sürmüştür (1966).


Mücadeleciler, öncelikle “sözde aydın”-“gerçek aydın” ayrımı yapmış, “Hayatını yabancı diyarlarda veya büyük şehirlerin dert nedir bilmeyen ve gayri millilik kokan mahallelerinde geçiren, Anadolu’nun bağrı yanık insanının ıstırabını yüreğinde bir kez olsun duymayanlar"ı sözde aydın şeklinde tanımlamışlardır. Onlar karşısında Kürt meselesinde “yerli” ve “milli” aydının yapması gerekenler olduğunu ortaya koymuşlardır.


1.2.4. Kavmiyetçiler: “Türkçü varsa Kürtçü de olur tabii”


Seküler Türkçü-Turancılar ile Anaakım Milliyetçiler Türkiye’deki İslâmcıları, “siyasi ümmetçilik” yapmakla ve Kürt meselesinde Türkiye’nin altını oymakla itham ediyorlardı. Anaakım İslâmcılar da milliyetçileri “kavmiyetçilik”le suçlamış ve Türkiye’de Kürtçülük akımının oluşmasında onların da payının olduğunu iddia etmişlerdir. Aslında İslâmcılar ile milliyetçiler arasındaki bu tartışma yeni olmayıp Tarık Zafer Tunaya, Meşrutiyet döneminde bu ikili arasında tartışmaların yaşandığını, İslâmcıların Türkçülüğü, “yıkıcı ve devlet hayatını tehlikeye sokan bir cereyan olarak” gördüğünü belirtmekte ve Kur’an ile İslâm’ın prensipleri çerçevesinde Türkçüleri eleştirdiklerini ifade etmektedir.



ree


Anaakım İslâmcılar’dan Mücadeleciler, Türkiye’de Kürtçülüğün oluşmasında Türkçülüğün tetikleyici olduğunu belirtmiştir. Bu hareket, Kürt meselesinin oluşmasını ele aldığı dokuz sayılık “Türkiye’de Vatan Bölme Faaliyetleri” başlıklı seride, Türkçülük hareketiyle ilgili şunları söylemektedir: “Türkçülük akımının ortaya atılması, bugün aktüel hale getirilmesi memleketimizin Doğu bölgesinde yaşayan millet evlatlarını tedirgin etmiştir, üzmüştür. Ve sırf böylesine yanlış ve kasıtlı akımlardan dolayı maalesef Doğu’daki özbeöz millet evlatları, komünistlerin kucağına itilmiştir”.


Ayrıca Doğu meselesini istismar edenlerin de Türkçülükten beslendiğini ve Doğu Mitingleri’nde Ötüken dergisinden kısımlar okunduğunu ifade etmiştir. Mücadeleciler Türkiye’de Türkçülüğü kuranların Yahudi olduğunu iddia etmektedir:


“Türkçülüğün kurucuları arasında Konstantin Borzecki sayılmış ve onun Polonya asıllı bir Yahudi olduğu söylenmiştir. Benzer şekilde Tekin Alp takma adıyla Moiz Cohen’in de Yahudi olduğu öne sürülmekte ve onla ilgili şunlar söylenmektedir: “Görülüyor ki, Türkçülük akımının aktüel hale gelebilmesi için bütün malzemeler batılı Yahudi Türkologlar tarafından temin edilmiştir.”


Mücadeleciler, Ziya Gökalp üzerinde de durmuş, Gökalp’in bir dönem Kürtçü olduğunu ancak Marksist İbrahim Temo ile tanıştıktan sonra mason adetlerine göre İttihat ve Terakki’ye girdiğini, Balkan Harbi sürecinde Yahudilerle teması olduğunu ve nihayet Yahudi Durkheim’ı okuduğunu ve ondan etkilendiğini öne sürmüşlerdir.


Mücadeleciler, Osmanlı’nın çöküşünü hazırlayan ve “Türkten fazla Türkçü” olanların çoğunluğunun Yahudiler olduğu iddia etmektedirler. Sonrasında da Türkçülüğün son dönemde “Doğu Meselemizde” ırk ihtilaflarının temel taşı olduğu öne sürülmüştür. Fahrettin Dağlı, Mücadeleciler’in Ziya Gökalp ve Nihal Atsız’ın Türkçülük anlayışının Doğu’da Kürtçülüğü motive etmek için malzeme şeklinde ele aldığını ifade etmektedir.


Mustafa Yazgan da Sebil’de Şahlanış Mitingi vesilesiyle gittiği Batman’daki izlenimlerini anlatırken kavmiyetçilik meselesine girmiş, MSP’nin kalesi olan Batman’da komünist-Kürtçülerin kendi aralarında şunları konuştuğunu iddia etmiştir:


“Biz Türkeş’in elini öperiz. O, Türkçülük davasıyla ortada olduğu müddetçe biz burada Kürtlük şuurunu ayakta tutuyoruz. Silâhımızda tek kurşun kalsa onu da Erbakan’a sıkmamız gerekir. Yatırımların doğu’ya tahsis edilmesi ve doğunun kalkınması neticesinde bizim halkı şuurlandırma ve sola çekme gayretimiz imkânsız hale geliyor."


Yazgan’ın Türkeş’i ve Türkçülüğü eleştirdiği bu yazısına “Bozkurtçu”dan itiraz gelmiş ve bu itirazda, Türkeş’ten önce de Kürtçülüğün olduğu, Türk yurdu olan bu topraklarda ancak Türk milliyetçiliğinin yapılacağı söylenmiştir.


Yazgan bu itiraza köşesinde şu şekilde cevap vermiştir: “Bu dengesiz delikanlı, belki de Ziya Gökalp gibi, Kürt olduğu halde ‘Türkçülük’ perdesi ile kendisini setrediyor. Kürtçe bildiği muhakkak. (…) Kürt hüviyetiyle Türkçülük yapıyorlar. Bunlar Bozkurtçu mudur? Bozkürtçü müdür? Bilmek isteriz.”


Sonrasında da Kürt olduğunu düşündüğü Bozkurtçu'ya cevaben ülkücülük adı altında kavmiyetçilik yaptığını, bu cümlelerini okuyan ırkdaşlarının (Kürtlerin) Kürtlük şuurunu besleyeceğini söylemektedir.


Son olarak Millî Gazete’de Tarık Behlül, Türkçülüğün Kürtçülüğü beslediğini öne sürmüştür. Behlül, Doğu’da temel değerin İslâm olmakla birlikte Kürtçülüğün de bir değer olduğunu itiraf etmiş ve “Türkçü varsa Kürtçü de olur tabii” sözleriyle Kürtçülüğün olmasında Türkçülüğün etken olduğunu ortaya koymuştur (1979).


Genel olarak Anaakım İslâmcılar, milliyetçileri “kavmiyetçilik” yapmakla suçlamış, onların Türkçülük yapmasının Kürtlerde Kürtçülüğe hevesi ortaya çıkardığını ve böylece İslâm birliğinin Türkiye’de parçalandığını öne sürmüşlerdir. Türkiye’de milliyetçiler ve İslâmcıların birbirlerine karşı ithamlarda bulunmasında, aralarındaki siyasi rekabet de etkendir zira her iki kesim de milliyetçi-muhafazakâr tabana hitap etmektedir. Dolayısıyla taban kazanmak isteyen bu iki akım, birbirlerini “siyasi ümmetçilik” ve “kavmiyetçilik”le suçlamışlardır.


1.2.5. Ahmet Emin Yalman: “Ermeni ve Kürt İstiklalcisi”


Anaakım İslâmcılar liberal-demokrat yazar Ahmet Emin Yalman’ı Kurtuluş Savaşı sürecinde Kürtlere ve Ermenilere özerlik verilmesini savunmasından dolayı “Ermeni ve Kürt İstiklalcisi” olmakla suçlamışlar ve “iç tehdit” olarak ele almışlardır.


Yalman’a 22 Kasım 1952’de Malatya’da Hüseyin Üzmez tarafından suikast düzenlenmiş, yaralı kurtulmuştur. Bu suikastın; Büyük Doğu Cemiyeti, İslâm Demokrat Partisi, Türk Milliyetçiler Derneği gibi yapılarla ilişkisi olduğu ortaya çıkarılmış, aralarında DP milletvekillerinin de olduğu; Necip Fazıl Kısakürek, Eşref Edip Efgan, Said-i Nursi gibi kişiler yargılanmıştır. Ancak İslâmcılar, Ayrıca Malatya Suikastı’na karşılık Yalman’ın da “Türkün istiklaline suikast düzenlediği”ni iddia etmişlerdir.


İslâm Dünyası, Sebilürreşad, Hilâl, Büyük Doğu, Yeniden Millî Mücadele, Büyük Gazete, Bugün gibi Anaakım İslâmcı yayınlar, Yalman’ı eleştirmek için onun 14 Ağustos 1919 tarihinde Vakit gazetesinde yazdığı “Kürtler ve Kürdistan” isimli yazıyı zaman zaman gündeme getirmişler ve yazıdaki şu ifadeleri alıntılamışlardır: “Kürt vilayetlerine mümkün mertebe Kürt memurlar intihap olunur ve Kürtlerle meskûn yerlerin hayatı idariyesinde bu suretle tedrici bir muhtariyet tesisi için hükümetle Kürt münevverleri teşriki mesai edebilirler.


Benzer şekilde Erbakan, 1994 yılında Bingöl’de yaptığı konuşmada şunlar söylemektedir: “Eğer ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’ derseniz, elin oğlu da ‘ben de Kürdüm, daha doğru, daha çalışkanım’ der”. Erbakan bu sözlerinden dolayı yargılanmış, "halkı din ve ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek" gerekçesiyle Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) tarafından 1 yıl hapse mahkûm edilmiştir.


1.2.6. “Komünist-Kürkçülerin Doğu’daki Faaliyetleri


Anaakım İslâmcılar, komünist-Kürtçülerin faaliyetlerine özellikle de Doğu’dakilerine yer vermişlerdir. Komünist-Kürtçülerin eylemleri arasında; “Türkiye Halkları” ve “Kürdara Azadi” gibi sloganları kullanıma sokması ve yaygınlaştırması; Tunceli, Diyarbakır, Kars, gibi Doğu şehirlerinde olaylar çıkarması; üniversite, lise hatta ilkokulları “karıştırması” ve Doğu’daki eşkıyalık faaliyetleri sayılabilir.


Hekimoğlu İsmail, Rusya ile kardeş olanların Kürt-Türk ayrımı yapmak istediğini bunun için de “halklar” tabirini kullandığı belirtmiştir. Ayrıca Hekimoğlu İsmail, “halklar” tabirini kullananların amacının Türkiye’yi Rusya’ya peyk yapmak olduğunu ifade etmektedir. Mücadeleciler de “halklar” tabiri üzerinde durmuş, Marksistlerin Ecevit’in Doğu gezisinde “halklara özgürlük” sloganı ile karşıladığını, Ecevit’in de onlara “Doğu’ya özgürlük” şeklinde cevap verdiğini ileri sürmüşlerdir. Mücadeleciler, Ecevit’in “halklar” tabirine ses çıkarmamasını, bölücülüğe çanak tutmak olarak yorumlamışlardır. Meclis’te de MSP’li Cemal Cebeci, Türkiye’yi halklara bölmeye çalışanları şu sözlerle eleştirmiştir:


Anayasanın açık hükmüne rağmen, milleti halklara bölmek, yurdu parçalamak, zararlı ideolojilere angaje olmak, asil milletimize bağımsızlığı çok görerek devletimizi yıkıp Türkiye Cumhuriyeti’ni Rusya'nın veya Çin'in peyki haline getirmek gibi akıl almaz cereyanların peşine düşmüş, Türklükten, İslâmiyetten nasipsiz bahtsızlara çatısı altında yer vermek üniversitelerimizin idarecileri için büyük talihsizliktir.


Anaakım İslâmcılar, “Türkiye halkları” söyleminin yanı sıra “Kürdara Azadi” sloganı üzerinde de durmuşlardır. Büyük Gazete, 26 Şubat 1977’deki sayısında, İstanbul sokaklarında artık Kürtçe duvar yazısı edebiyatının başladığını söylemekte ve örnek olarak ise “Kürdara Azadi” sloganın duvarlara yazılmasını göstermektedir. Yazının devamında Doğu Anadolu’dan İstanbul’a gelen yüksek tahsil gençliğinin kavmiyetçilik seline kapıldığı ve bu amaçlarına ulaşmak için ise komünizmi kullandıkları ileri sürülmüştür.



ree


Anaakım İslâmcılar’dan Büyük Gazete Dergisi, komünist-Kürtçülerin faaliyetlerini ele almış ve sayfalarında, “Doğu Anadolu’da ırk ayrımı esasına dayanan bir gerilla hareketi başlatmak isteyen gözü dönmüş Bolşeviklerin durup dururken genç bir polisimizi şehit ettiği” haberine yer vermiştir. Büyük Gazete’de yayınlanan ilginç bir haberde, “müstakil Kürdistan” kurmak isteyenlerin isyan hazırlığında olduğu, bu durumun Doğu’da meydana gelen deprem sonrası ortaya çıktığı ifade edilmiş ve deprem sonrası yıkılan evlerin altından; kaçak silah, cephane, makinalı tabanca, roket atar dahi çıktığı iddia edilmiştir. Hatta demonte edilmiş, yani “parçalara ayrılmış küçük bir tank” dahi çıktığı öne sürülmüştür. Tüm bu silahların, Doğu Anadolu’da çıkarılması planlanan isyan için hazırlıklar olduğu belirtilmektedir (1977).


Anaakım İslâmcılar, Anaakım Milliyetçiler’in de ele aldığı, Kars’ta meydana geldiği iddia edilen olayları tartışmışlardır. Büyük Gazete’nin 23 Ağustos 1978’deki sayısında yer alan “Kars Elden Gidiyor Kalkın Ey Ehl-i Vatan!” başlıklı yazıda, Kars’ta; devletin, güvenliğin, basın hürriyetinin ve can güvenliğinin olmadığı iddia edilmiştir. Büyük Gazete’nin yanı sıra Sebil de Kars’a dikkat çekmiş, Kars’ta; DEV-GENÇ, TİKKO, TKP ve KAWA’nın istediğini yapar hale geldiğini öne sürmüştür (1978).


Millî Gazete de komünist-Kürtçülerin faaliyetlerini ele almış, Adıyaman’da camiye komünistler tarafından “kahrolsun Müslümanlar”, “camiler kapatılacak”, “ezanlar bizi rahatsız etmeyecek”, “Müslümanlar öldürülecek” yazılarının yazıldığını öne sürmüştür. Sonrasında da Kuyucak ilçesindeki sağlık ocağına Kürdistan bayrağının çekildiği iddia etmiştir.


Büyük Gazete, 8 Haziran 1977’deki nüshasında komünist-Kürtçülerin Doğu’da ilginç bir faaliyet yürüttüğünü öne sürmüştür. Dergi, “Çocuk Fabrikaları” adlı yazıda Doğu’da “Alevi ve Kürt asıllı vatandaşlarımız”ın bir süreden beri çocuk yapma yarışına girdiklerini iddia etmiştir.


Komünist-Kürtçülerin faaliyeti olarak Doğu’daki eşkıyalık da gündeme gelmiştir. Eşkıyalık ya da Şakilik, Ahmet Özcan’ın belirttiği üzere merkezî Cumhuriyet hükümetinin yerleşmesiyle sönümlenmiştir. Ancak 1950’lerle birlikte Türkiye’nin Kürt bölgelerinde kitlesel bir olgu olarak yeniden doğmuştur. Özcan eşkıyalığın tekrar başlamasının gerekçesi olarak Doğu’nun ekonomik problemlerinin çözümsüz kalmasını göstermektedir. Hatta eşkıyalık ve kaçakçılığı Doğu’daki geri kalmışlık sorunu ile bağdaştırmasından dolayı YTP’li Azizoğlu, Kürtçülük yapmakla itham edilmiştir. 1960’ların ikinci yarısında muhalefet, Doğu’da artan eşkıyalıktan dolayı AP hükümetini sık sık eleştirmiş ve bu dönemde; Koçero, Hamido, Hakimo gibi “ünlü” şakiler ortaya çıkmıştır.


Uç Sağ, eşkıyalığı, çoğunlukla Barzani ve Kürtçülerle ilişkilendirerek komünist Kürtçü bir faaliyet olarak sunmuştur.


Özcan, eşkıyalığın 1970’lerde bitmesinin gerekçesi olarak; devletin, göçebe toplulukları tasfiye etmesini, kentleşmenin görece başarılı olmasını ve örgütlü Kürt Hareketi’nin ortaya çıkmasını ve bunların "dağların hâkimiyetini eşkıyalardan alması"nı göstermektedir.


Anaakım İslâmcılar, komünist-Kürtçülerin Doğu’daki faaliyetlerini önlemeye yönelik düzenlenen komando operasyonlarını da tartışmışlardır. 1960’ların sonunda Doğu’da başlayan komando operasyonlarının gerekçesi eşkıyaların yakalanması ve silah ile kaçak malların toplanmasıdır. Özcan, Komando operasyonlarının amacından saptığını ve Doğu’daki köylülerin baskı altına alınmasına dönüştüğünü belirtmekte ve bunun da Türkiye’nin Kürt meselesinin şekillenmesinde dönüm noktası olduğunu iddia etmektedir.


Komando operasyonları, İsmail Cem’in 12-19 Haziran 1970 tarihlerinde “Acılı Doğu” başlığıyla Milliyet’te yayımladığı röportajla kamuoyunda daha fazla tartışılır hale gelmiştir. Bu röportaj sayesinde Cem, Doğu’daki insanların komando operasyonlarında maruz kaldıkları baskı ve zulümlere yer vermiş ve bu operasyonların Doğu’daki insanları zorla “Kürtçülük” davasına ittiğini söylemiştir.


Doğu’da gerçekleştirilen bu operasyonlar; CHP’li, TİP’li hatta MSP’li vekiller tarafından Meclis’te sık sık eleştirilmiştir. Aybar, komandoların Doğulu vatandaşlara işkence yaptığını ve “kuyruklu Kürt, Barzani’nin köpeği, defol git” dediklerini aktarmaktadır. Ayrıca Doğu Mitingleri’nde de şu sloganlarla komando operasyonları eleştirilmiştir:


Batı’ya Fabrikalar ve Yol, Doğu’ya Komando ve Karakol”, “Jandarma Değil Öğretmen İstiyoruz”, “Karakol Değil Okul İstiyoruz”.


Necmettin Erbakan Meclis’te yaptığı konuşmada; Doğu’da yapılan operasyonlarda halka zulmedildiğini, insanların sebepsiz yere tutuklandığını dile getirmiş, bu durumun devlet-millet kaynaşmasına mani olduğunu öne sürmüştür. CHP’li Celal Paydaş da yapılan operasyonlarda, köy meydanlarında erkekler ve kadınların çırılçıplak soyulduğunu ve işkence yapıldığını söylemiştir. Ecevit de zaman zaman mitinglerinde, “Doğu’da jandarma zulmüne son” şeklinde sözlerle bu operasyonları eleştirmiştir.


1.2.7. Anaakım İslâmcılar’ın Doğu’daki Faaliyetleri


Anaakım İslâmcılar’ın Doğu’daki faaliyetlerinin başında, komünist-Kürtçülerin Doğu Mitingleri’ne karşı düzenlediği “Şahlanış Mitingleri” gelmektedir. MTTB öncülüğünde gerçekleştirilen bu mitinglere Komünizmle Mücadele Dernekleri ve bazı milliyetçi kuruluşlar da destek vermişlerdir. MTTB’nin yayın organı Millî Gençlik, İstanbul’daki Şahlanış Mitingi’ni şu şekilde haberleştirmiştir:


“Türk milleti, Türk gençliği, Türk işçisi, vatan hainlerine karşı şahlanıyor! 15 talebe teşekkülü, 11 sendika, 15 Komünizmle Mücadele Derneği'nin iştirak ettiği bu miting Sultanahmet meydanına sığmayan bir kalabalıkla başladı. Millî Türk Talebe Birliği’nin önderliğinde, başta Bursa mehter Takımı'yla Taksim meydanına gelen yüz bin İstanbul’lu, tarihe bir sayfa daha ilave etti. Türk milletine ihanet edenlerin iç yüzünü dünya efkârına ilan etti”.


Bugün Gazetesi de Şahlanış mitinglerini ele almış, 2 Kasım 1967’de Erzurum’da “Anadolu Şahlanış Mitingi”nin yapılacağını duyurmuştur. Bu mitingin düzenleme kurulunun başkanı, MTTB başkanı İsmail Karaman’dır. Gazete, 18 Mart 1968 tarihindeki nüshasında ise Diyarbakır’da yapılan “Güneydoğu Şahlanış Mitingi”ni ele almış ve 30.000 Diyarbakırlının komünizmi telin ettiğini dile getirmiştir. Ayrıca Ankara’da da Şahlanış Mitingi düzenlenmiştir. Şahlanış Mitingleri’nde genel olarak komünistler ve bölücüler telin edilmektedir.


1977’nin Ocak ayında Batman’da MTTB öncülüğünde “Bütün Akımlara Karşı İslâm”ı öneren Şahlanış Mitingi düzenlenmiştir. MTTB’nin yayın organı Çatı, devlet ve bir kısım mihrakların Doğu’yu hor gördüğünü, bunun sonucu olarak “yabancı ideolojilerin” Doğu’yu istismar ettiğini belirtmiş ancak Doğu bölgesinde insanların uyandığını ve bu şahlanış mitinginin de Doğu’nun dirilişinin ilk belirtisi olduğunu öne sürmüştür.


Anaakım İslâmcılar’ın Doğu’daki faaliyetlerinden biri de konferanslardır. Bu konferanslarda kavmiyetçilik ve komünizm telin edilmiş, kurtuluşun İslâm’da olduğu vurgulanmıştır. Doğu’da konferans düzenleyenlerin başında Mücadeleciler gelmektedir.


Uç Sağ MSP ve MHP olarak partileşince oy almak için Doğu’da; mitingler, konferanslar gibi çeşitli çalışmalar da yürütmüşlerdir. Özellikle 1970’li yıllarda MSP, Doğu’nun güçlü partilerinden biri olmuştur. 1977 genel seçimlerinde oy oranı %11,8’den %8,6’ya gerilemişken Doğu’da; Bitlis, Bingöl, Mardin, Muş, Siirt, Şanlıurfa, Van gibi şehirlerde oyları artmış, bu seçimlerden kazandığı 24 milletvekilinin 13’ünü Doğu bölgesinden çıkartmıştır. MSP’nin bölgede oylarını arttırmasında, Kürtler için dinî kimliğin önemli olmasının etkisi olduğu söylenebilir. Ayrıca Erbakan, Doğu’ya sık sık hem muhalefetteyken hem de iktidar ortağıyken geziler düzenlemiş, özel ilgi göstermiştir. Sanayii tesisleri yapma girişimini de genellikle Doğu’da gerçekleştirmiştir. 11 Aralık 1977 tarihindeki yerel seçimlerde de Muş ve Adıyaman’ı MSP kazanmıştır.


MSP dinî propagandayla Doğu’da yükselen bir grafik izlemiş ve bölgenin güçlü partilerinden biri haline gelmiştir.


2. KİMLİK: “KÜRTLER, İSLÂM-TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN UNSURUDUR”


1945-1980 yılları arası Anaakım İslâmcılar, Kürtlerin varlığını zaman zaman kabul etmiş, zaman zaman ise inkâr etmiş, onları genellikle Türklükle ilişkilendirmiş ve Kürt meselesine çözüm olarak İslâm’ı önermişlerdir. Bu kesim, genel olarak Kürtleri “İslâm-Türk milliyetçiliğinin unsuru” olarak kabul etmişlerdir. Türkiye’de Anaakım İslâmcılar, genel olarak İslâm-Türk Sentezi anlayışına sahiptirler. Ayrıca bu kesim, Kürt meselesiyle 1960’ların ortalarından itibaren ama esas olarak 1970’lerde ilgilenmeye başlamış ve konu üzerine yazılar neşretmişlerdir.


Türkiye’de İslâmcılığın 1960’ların sonunda Millî Görüş’le birlikte müstakilleşmesiyle Kürt İslâmcılığı, Türk İslâmcılığı gibi Millî Görüş’ü destekleyecektir. Nitekim 1970’lerde Doğu’da güçlü olan iki partiden biri MSP, diğer ise komünist-Kürtçülerin desteğini alan CHP’dir. Fehmi Çalmuk, “Erbakan’ın Kürtleri” adlı kitabında, Millî Görüş’ün partileşme sürecinde Kürtlerin desteğinin önemli olduğunu hatta partiye Kürtlerin sahip çıktığını söylemektedir. 1973 ve 1977 genel seçimlerinde MSP, Doğu ve Güneydoğu’da Türkiye genelinden fazla oy almış, özellikle 1977 seçimlerinde, bir önceki seçime göre partinin oyları %3 civarında gerilerken Doğu’da artmıştır. Bundan dolayı Millî Görüş, iktidar ortağı olduğu dönemlerde Doğu’ya ağır sanayi yatırımları çerçevesinde temel atma törenleri düzenlemiştir. Kısaca, Millî Görüş’ün temsilciliğinde Anaakım İslâmcılar’ın dinî kimlik aracılığıyla Kürtlerin önemli bir kısmının desteğini aldığı söylenebilir.


19. yüzyılın ilk yarısında Kürt mirliklerinin ortadan kaldırılmasıyla siyasi iktidar boşluğunu Kürt dinî liderler doldurmuş, 19. yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl başı Kürt isyanlarının neredeyse tamamının öncüsü Kürt dinî liderler olmuştur.



ree


Mehmet Şevket Eygi öncülüğünde çıkan Yeni İstiklâl’in 1 Mayıs 1963 tarihli nüshasında, “Kürtçülük Meselesi: Kürtlük ayrılığı yok, İslâm Kardeşliği var.” adlı kapak yazısı yayınlanır. Yazıda, Kürtlere “Selahattin Eyyübi’nin torunları” şeklinde seslenilmiş, onların savaşta birer “Mehmetçik” olacakları vurgulanmıştır.


“Selahaddin Eyyübi’nin torunları” vurgusu önemlidir çünkü Elçin Aktoprak’ın belirttiği üzere Eyyübi’nin Kürtlüğü görmezden gelinerek “Müslümanlığı” vurgulanıyor ve bu şekilde Kürtlerle “Müslümanlık” üzerinden ortaklık aranmaya çalışılıyordur.


Yazının sonunda önce Doğulu vatandaşlara sonra da onları istismar etmek isteyen komünist-Kürtçülere şu şekilde seslenilmiştir:


“Sizin hakiki kardeşleriniz ve dostlarınız solcu ve maceraperest Kürtçüler değil, sizi hakikaten seven Müslüman Türklerdir. Onlarla birleşiniz ve müşterek İslâm düşmanları ile savaşınız!”


Yeni İstiklâl’de kimi zaman Kürtlerin Türk olduğunu ileri süren yazılar da neşredilmiştir.


28 Nisan 1965’te yayınlanan “Kürtçülük Hareketi Nedir” başlıklı yazıda Van Mebusu İbrahim Arvas, Bedirhan Paşa’nın oğullarının Türkiye’de Kürtçülük akımını başlattığını iddia etmiş ve Kürtleri, “aslında Türk olup da lisanını değiştiren bir kitle” şeklinde ele almıştır.


Yeni İstiklâl’den sonra yine Eygi çevresinin yayını olan Bugün Gazetesi de Kürt meselesine benzer şekilde yaklaşmış, Kürtleri zaman zaman tanımış, zaman zaman inkâr etmiş ama genelde çözümün İslâm’da olduğunu söylemiştir.


Bu gazetenin 3 Eylül 1967 nüshasının kapağı şu şekildedir:


“İslâm Düşmanları Kardeş Kavgası İstiyor: Komünist Kürtçüler Doğu’da İsyan Çıkartmağa Çalışıyorlar.”


Gazetenin yine aynı sayısında yayınlanan Eygi’nin “Kavmiyetçilik” adlı yazısında, Osmanlı’yı yıkmak isteyen Yahudilerin Osmanlı’daki İslâm unsurları arasına kavmiyetçiliği soktuğu öne sürülmüştür. Yazıda, “Osmanlı’daki Türk kavmiyetçiliğini Selanik’teki Yahudilerin çıkarttığı” iddia edilmiştir. Özellikle “Moiz Kohen” adlı “İbn-i Sebe torunu bir Yahudi”nin kendine Tekinalp adını taktığı, Türkçülük, Turancılık üzerine eserler yazdığı ve bu şekilde kavmiyetçilik hastalığına yakalanan; Rumların, Kürtlerin, Arapların kendilerini diğer kavimlerden üstün gördüğü belirtilmiştir.


Eygi, Türkçülük gibi Kürtçülük hareketinin de benzer şekilde ortaya çıktığını vurgulamış, Kürtçülerin İslâm’ın yasak ettiği “Kürt kavmiyetçiliği”ni yaptığını ifade etmiş ve sonrasında da Kürt kavmiyetçilerini şu şekilde tarif etmiştir:


“Bunlar âlemi İslâmı minik minik parçalara bölerek, düşmanlara yem yapmaya çalışan hâinlerdir. Bunlar birbirleri ile İslâm kardeşi olan, Türk ve Kürtleri düşman yapmağa, kardeş kanı akıtmağa çalışan mel’unlardır.”


Eygi, ardından şu ifadelerle Doğulu Müslüman Kürt kardeşlerine seslenir:


“Benim kavmim Türktür. Ama sâlih ve mütteki bir Kürdü, fâsık ve dinsiz bir Türk’e tercih ederim. Biz elhamdirrulah hepimiz İslâm kardeşiyiz. (…) Sakın ola ki fâsık kavmiyetçilerin peşine düşmeyin. Biz İttihâd-ı İslâm için çalışmalıyız. (…) Davayı müşterekimiz İSLÂM DAVASIDIR, Kürtlükle, mürtlükle uğraşacak zamanımız yoktur.”



ree


Bugün Gazetesi’nde Refik Özdek, Kürtlerin Kürt bile olsa Türk kalacaklarını şu sözlerle öne sürmüştür:


“İddia edildiği gibi Kürt bile olsalar, Türktürler, Türk kalacaklardır. Çünkü tarih ile kültür ile duygu ile Türktürler. Dilleri ile Kürt olması bozgunculara aradıkları delili, sebebi vermiş olmaz. Anadolunun Türkleşmesi Doğudan başlamıştır.”


Bugün’de Kürtlerin Türk olduğunu ortaya koyan asıl yazı, M. Fahrettin Kırzıoğlu’na ait olandır. Kırzıoğlu, 31 Ağustos-12 Eylül 1974 tarihleri arasında on üç sayı sürecek olan “En Eski Tarih Kaynaklarına göre Kürtler Özbe Öz Türktür” başlıklı yazı dizisini kaleme almıştır. Kırzıoğlu, daha önce de belirttiğimiz üzere; Herodot, Ksenofon, Zeki Velidi Togan, Kâtip Çelebi, Şerefname gibi yazar ve kitapları temel alarak Kürtlerin Türk olduğunu “bilimsel” bir şekilde açıklamaya çalışmıştır.


Anaakım İslâmcılar, zaman zaman kavmiyetçiliğe karşı yazılar yazmış, ancak bunların bazılarında Türk kavmiyetçiliği övülürken Kürt kavmiyetçiliği eleştirilmiştir. Ali Cengiz “Kavmiyetçilikle Mücadelede Metod Meselesi” adlı yazısında, İslâm dininin kavmiyetçiliği reddettiğini belirtmiş ancak yazısının devamında Türk kavmiyetçilerinin İslâm’a; hürmetkâr, taraftar ve komünizme düşman olduklarını, Kürt kavmiyetçilerinin büyük kısmının ise komünizmden medet umduklarını ve Alevi olduklarını ifade etmiştir.


Mehmet Şevket Eygi de kavmiyetçilikle ilgili yazılar kaleme almış, bir yazısında Müslüman olarak kavmiyetçiliğe karşı olduğunu belirtmiş ancak Türkçüler arasında İslâm’a kayışın onu sevindirdiğini ifade etmiştir. Türkçülerin “Kanımız aksa da zafer İslâm’ın” sloganını kullandıklarını ve komünist düşmanı olduklarını ifade eden Eygi, Türkçüleri eleştirenlerin Kürtçülere bir şey demediğini ileri sürmüştür. Başka bir yazısında ise Türk kavmiyetçilerinin Müslüman ve antikomünist, Kürt kavmiyetçilerinin ise komünist ve Alevi olmak üzere iki hasletinin olduğunu öne sürmektedir.


Anaakım İslâmcılar’dan Mücadeleciler zaman zaman Kürt kimliğini tanımış, zaman zaman inkâr etmiş, ama genellikle İslâm’ı çözüm olarak işaret etmişlerdir. Mücadeleciler, yayın organları Yeniden Millî Mücadele’de Nisan 1970-23 Haziran 1970 tarihleri arasında dokuz sayılık “Türkiye’de Vatan Bölme Faaliyetleri” adında Kürt meselesini ele alan bir seri yayınlamışlardır. Bu serinin daha ilk sayısında, Türklerin Orta Asya’dan Türk topluluklarını Anadolu’ya getirerek Anadolu’yu Müslümanlaştırdığı, Orta Asya’dan getirilen Türk toplulukları arasında “Kürt Türkleri”nin de olduğu iddia edilmiştir.


Mücadeleciler, milleti biyolojik vakıanın ya da kan ve dil birliğinin çok ötesinde bir ideal birlik olarak kabul ettiklerini iddia etmiş, “millet”i şu şekilde tarif etmişlerdir:


“Millet; kan ve dil birliğinin çok ötesinde iman, kültür, ahlak ve ideal birliğidir. Biyolojik bir vakıa değildir. Bir milletin evladı olmak için onun ıstırabını hissetmek kâfidir.”


Dolayısıyla bu millet tarifi üzerinden Kürtlerle bir birlik kurulmaya çalışmışlardır. Ancak mücadeleciler’in “millet” ifadesiyle kimi kastettiği çok açık değildir. Ekin Kadir Selçuk, Mücadeleciler’in “millet” tanımını muğlak bırakmasını, İslâmcılık ve milliyetçilik arasında rahat salınmak için bir strateji şeklinde yorumlamaktadır. Daha açık ifadeyle bu hareket “gerektiğinde milliyetçi gerektiğinde ise İslâmcı”söylemi kullanabilmektedir.


Mücadeleciler’in 70’li yıllarda aktivistlerinden Fahrettin Dağlı bu hareketin başlarda Türk vurgusu taşımadığını sonradan bu vurgusunun arttığını söylerler. Kendisi de Kürt olan Dağlı, hareket içerisinde etnisite farkını çok hissetmediklerini “İslâmi kardeşlik” temasının çok güçlü bir şekilde işlendiğini belirtmekte ancak ilerleyen süreçte Türk vurgusunun arttığını ifade etmektedir. Mücadeleciler’in kuruluş sürecinde yer alan, sonrasında bu hareketin Doğu ve Güneydoğu bölge temsilciğini yapan Ömer Vehbi Hatipoğlu, bu hareketin başlarda “ümmetçi” çizgide olduğunu ancak 1970’lerin ortalarından itibaren milliyetçi bir yapıya savrulduğunu ifade etmektedir.


Kısaca Mücadeleciler'in, Kürtleri millet kavramı içerisinde saymakla birlikte (önemli olmadığını belirtse de) Kürtlerin, Türklerin bir kolu olduğunu öne sürmesi ve onları “Kürt Türkleri” şeklinde nitelemesi, Kürtçe’nin sonradan ortaya çıktığını öne sürmesi, derginin bağlı olduğu hareketi de “Müslüman-Türk’ün ideal ve parçalanmaz birliği”şeklinde tanımlaması dikkate alındığında, Kürtleri “İslâm-Türk Sentezi” içerisinde ele aldıklarını iddia edebiliriz.


Hatipoğlu ve Ağdağ, Erbakan’ın “işbirlikçi olmayacağız, ayrımcı olmayacağız ve bölücü olmayacağız” sözlerinin Millî Görüş’ün Kürt meselesine bakışını tarif ettiğini belirtmişlerdir.


Mustafa Yazgan Sebil’in 4 Şubat 1977 tarihinde yayınlanan “Batman’da Bir Miting” başlıklı yazısında, komünist-Kürtçülerin Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan kardeşlerimizi “millet, şeriat, din” birliğinden ayırıp yerine “ırkçılık-kavmiyetçilik illeti” getirmeye çalıştıklarını öne sürmüştür. Yazıda Kürdüyle Türküyle bu toprakların “Anadolu-İslâm Birliği” olduğu vurgulanmış, dış mihrakların desteklediği komünist-Kürtçülerin ise bu birliği parça parça etmek istediği ifade edilmiştir.


Sebil Dergisi’nde, Doğu’da Kürtçülük hareketinin güçlenmesinde, Türk ile Kürt arasındaki tek bağ olduğu iddia edilen İslâm’ın Kemalist reformlarla tahrip edilmesinin etkisi olduğu öne sürülmektedir. Kemalist inkılapların “dilde, kıyafette ve her türlü içtimaî davranışta” İslâm birliğini parçaladığı savlanmaktadır. Türkler ile Kürtlerin asırlarca omuz omuza müşterek olduğu ve bu müşterek şan ve şerefi görmemezlikten gelerek İslâm’ın reddettiği ırkçılığa sarılmanın, Türkler ve Kürtler için; ayıp, yazık ve günah olduğu öne sürülmüştür. Bu yazıda ayrıca, İslâm dünyasının yeniden uyanış mevsimine geldiği, MSP lideri Erbakan’ın “İslâm Birleşmiş Milletler Teşkilatı”, “İslâm Ortak Pazarı”, “İslâm Dinarı” gibi girişimleriyle “İslâm Birliği”ne doğru gidildiği ifade edilmiştir. “İslâm Birliği” girişimini engelleyen “batıl ırkçılığın” peşinde koşmanın hazin olduğu ve düşmanlarımızın emellerine hizmet ettiği belirtilmiştir. Kürtlere ve Türklere yakışanın kavmiyetçilik çerçevesinde kavga etmek yerine “Kelime-i Tevhid” bayrağı altında birleşmek olduğu söylenir (1979).


Sebil’de isimsiz olarak neşredilen bir yazı, belki de Anaakım İslâmcılar’ın Kürt kimliğine bakışını en iyi şekilde özetlemektedir. 11 Mayıs 1979’da bu dergide Risalei Nur’a referansla şunlar söylenmiştir: “Türk’ün milliyeti İslâmiyet’le imtizaç etmiştir. Müslüman olmayan Türk, Türk değildir.” Bu yazıya, Batman’dan gelen bir mektupla “Türkiye’de sadece Türkler mi vardır? Başka milletler olduğuna göre bunlardan söz edilecek mi?” şeklinde eleştiri gelmiştir. 28 Ocak 1980’deki nüshasında bu eleştiriye cevap verilmiş, öncelikle Türkiye’de milletin esas olarak “İslâm” üzerine kurulduğu belirtilmiş ancak şu noktalara dikkat çekilmiştir:


“Türkiye’de ‘Diğer halklar’ yoktur. Müslüman bir millet vardır. Memlekete ‘Türkiye’, millete ‘Türk’ denmesinin sebebi, bu kavmin, tarih olmuş, çok uzun zamandan beri, Anadolu’daki bütün Müslüman kavimleri temsil etmiş olmasıdır. Böyle denmesinin de bir mahsuru yoktur. Çünkü ‘Türk’ bir ırkın adı değildir. Çeşitli ırklarla karışmış, kendine has bir şekil almış ve İslâm ahlâk ve âdetleriyle yoğrulmuş Anadolu halkına verilen isimdir. Bu hâli ile herhangi bir başka ırkın adından daha İslâmidir.”


3. KALKINMA: “DOĞU VE GÜNEYDOĞU’YU BİZ KALKINDIRACAĞIZ”


Uç Sağ içerisinde Anaakım İslâmcılar’ın Kürt meselesinde “kalkınma”ya en fazla vurgu yapan kesim olduğu söylenebilir. Bu kesim ayrıca, MSP’yle iktidar ortağı olduğu dönemde kalkınma fikrini görece uygulamış, Doğu’da birçok tesisin temelini atmıştır.


Anaakım İslâmcılar, CHP’nin erken Cumhuriyet döneminde Doğu’ya baskı kurmanın yanı sıra yatırım da yapmadığını ve dolayısıyla Doğu’nun geri kalmasından CHP’nin sorumlu olduğunu iddia etmişlerdir. CHP’nin Doğu’ya yatırımı “israf ve haram” gördüğünü öne sürmüştür. TİP gibi “iç tehditlerin” de Doğu Mitingleri’nde, CHP’nin geri bıraktığı Doğu’yu istismar ettiğini iddia etmişlerdir. Hatta bu kesim, CHP’nin 1970’lerde, kendi politikalarından dolayı geri kalan Doğu’nun geri kalmışlığını istismar ettiğini söylemiştir.


Doğu’nun kalkınması gerektiğine vurgu yapan yayınlardan biri Yeni İstiklâl’dir. Bu derginin 22 Şubat 1961 tarihli sayısında yayınlanan “Doğu Üniversite İstiyor!” başlıklı haberde, Doğu’yu kalkındırmak için orada üniversite açılması gerektiği belirtilmiştir. Başka bir sayısında Aydın Talay “Doğu’ya Gelin Efendiler!” adlı yazısında, kendi kaderine bırakılan Doğu illerinin devlet memurluğu için sürgün yeri olmasını eleştirmektedir. Van’ın, Ağrı’nın, Muş’un, Bitlis’in, Hakkâri’nin de bu vatanın parçası olduğunu belirten yazar, Doğu’da görev yapma çağrısı yapmaktadır. Başka bir ifadeyle Doğu’yu kalkındırmak için Doğu’ya hizmet etmek gerektiğinin altını çizmiştir (1963). MTTB’nin yayın organı Çatı’da Mürsel Yılmaz, Doğu’nun kalkınma meselesine girmiş, ilk olarak emperyalistlerin (dış tehdit) ve kiraladıkları siyasetçilerin (iç tehdit) Doğu’nun kalkınma meselesini gizli ve açık bir şekilde sömürdüğü varsayımından hareket etmiştir. Yılmaz, öncelikle “Yabancı Uzmanlar”ın karışmasına meydan vermeden, Doğu’nun incelenmesi ve kalkınma yollarının araştırılması önerisinde bulunmuştur. Yazar, Doğu eğer geri kalmışsa, bunun yükünü yalnızca Kürtler değil, Batı’nın Türkçe konuşan halkının da çektiğini belirtmekte ve Anadolu halkının topyekûn bir şekilde kalkınması gerektiğini vurgulamaktadır. Aksi takdirde Türkiye’nin “emperyalizmin çatalına uygun lokmalar” haline geleceğini öne sürmektedir. Son olarak Yılmaz, Millî Mücadeleyi “anadili Kürtçe olan kardeşlerimizle” yaptığımızı, kalkınma mücadelesini de birlikte yapacağımızı belirtip Kürtler ve Türklerin kalkınma mücadelesinde İslâm birliği etrafında güçleneceğini söylemektedir.


MTTB’nin diğer yayın organı Millî Gençliğin Sesi’nde kalkınma meselesine farklı bir şekilde yaklaşılmış, öncelikle “kültürce kalkınma”nın gerektiği belirtilmiştir. Öncelikle bu topraklardaki kalkınmanın geçmişine giren yazar, Abdülhamit’in kalkınmak için; mektep, hastane, yol yaptığını ancak yeterli olmadığını belirtmiştir. Benzer şekilde Atatürk’ün de kalkınmak için her şeyi yaptığını, saltanatı ve hilafeti kaldırdığını, Latin harflerini getirdiğini, kılıf-kıyafeti değiştirdiğini ancak yine de yeterli bir şekilde kalkınılamadığını belirtmiştir. Ona göre, Türkiye’de farklı ırkların ortak ulus çerçevesinde bir araya gelmemesinden dolayı Türkiye kalkınamamaktadır. Yazar, Kürtler ve Türklerin ortak ulus etrafında bir araya gelmesi gerektiğini belirtmekte ve Türkiye’de de ortak ulusun Türklük olduğunu belirtmektedir.


Millî Gazete’de MSP’nin Doğu’da ağır sanayi fabrikaları kuracağı öne sürülmüş ve Erbakan’ın Doğu’da düzenlediği temel atma törenlerine yer verilmiştir. 1 Ağustos 1976 tarihli sayısında Erbakan’ın Doğu’da 50 yılda yapılandan fazlasını MSP’nin beş yılda yapacağını iddia ettiği sözleri aktarılmıştır. Başka bir sayısında ise yatırımlarla Doğu’da geri kalmışlık çemberinin kırılacağı öne sürülmüştür. Gazete, Erbakan’ın Doğu gezisinde; Muş’ta şeker, Bitlis’te çimento, Erciş’te şeker, Van’da organize sanayi bölgesi ve Sümerbank ayakkabı fabrikasının temellerini atacağını duyurmuştur.


MSP, Meclis’te de Doğu’nun kalkındırılması gerektiğini vurgulamıştır. Öncelikle Meclis’te yapılan konuşmalarda Doğu’yu kendisinden önceki iktidarların (özellikle CHP’nin) geri bıraktığını öne sürmüşlerdir. MSP Vekili Fehim Adak 1977 verilerine göre, Doğu’nun işsizlik durumunun diğer bölgelere kıyasla 20 kat daha fazla olduğu ifade etmiştir (1978). MSP’li Abdülkadir Öncel ise Doğu’da “Köyler[in]; yolsuz, elektriksiz, susuz, camisiz, okulsuz, sağlık ocaksız” olduğunu söylemiştir (1977). MSP, sık sık Doğu için özel kalkınma planları hazırlanması gerektiğinin altını çizmiştir. Erbakan, Doğu’nun geri kalmışlığına göz yummanın bölücülük olduğunu ifade etmiş, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’yu ağır sanayi merkezi yapacaklarını söylemiştir (1980).


ÖZET
ANAAKIM İSLAMCILAR

Genel olarak Anaakım İslâmcılar Kürt meselesinde “kalkınma”ya vurgu yapmış hatta iktidar ortağı olduğu dönemlerde, bizzat Doğu’nun kalkındırılması için adımlar atmışlardır. Bu kesime göre, Kürt meselesinin çözümü de Doğu’nun kalkınmasıyla ilgilidir. Anaakım İslâmcılar’ın, Kürt meselesini İslâm ve kalkınma üzerinden çözebileceklerine inandıkları söylenebilir.


Anaakım İslâmcılar, 1940’larla birlikte belirgin olmaya başlamış, ilk olarak Merkez Sağ partilerde hizip olarak var olmuş, 1960’ların sonunda müstakilleşerek MNP-MSP adı altında partileşmişlerdir. Ayrıca MTTB ve Mücadeleciler bu kesimin Soğuk Savaş sürecinde önemli yapıları olmuştur. Anaakım İslâmcılar genel olarak Kürt meselesine güvenlik çerçevesinde yaklaşmış, bu meselenin; Ruslar, Yahudiler, Ermeniler, İngilizler gibi dış tehditlerle ve TİP, CHP, DDKO, kavmiyetçiler gibi iç tehditlerle yaratıldığını ve kışkırtıldığını öne sürmüş ve Kürt meselesinin Anadolu İslâm Birliği’nin bekasını tehdit ettiğini ifade etmişlerdir.


Anaakım İslâmcılar, Kürt meselesiyle Kürt Hareketi’nin yükselişine paralel şekilde 1960 sonrası ilgilenmeye başlamışlardır. Bu kesim dış ve iç tehditlerin Türkiye’yi parçalamak için Doğu şehirlerinde olaylar çıkardığını; üniversiteleri, liseleri hatta ilkokulları karıştırdığını öne sürmüş ve onların Doğu’daki gücünü kırmak için Şahlanış Mitingleri ve konferanslar düzenlemiş, kavmiyetçiliği ve komünizmi telin etmişlerdir. Özellikle MSP; mitingler, geziler, konferanslar düzenleyerek bölgede güçlenmeye çalışmış ve dinî propagandayla Doğu’da yükselen bir grafik izlemiş ve bölgenin güçlü partilerinden biri haline gelmiştir.


Anaakım İslâmcılar, Kürt meselesinin oluşmasında; Cumhuriyet döneminde uygulanan politikalarla İslâm’dan uzaklaşılmasının, Kürtlere zulmedilmesinin ve Doğu’nun geri bırakılmasının etkili olduğunu söylemektedirler. Bu çerçevede CHP’yi Kürt meselesinin oluşmasının sorumlusu olduğu gerekçesiyle eleştirmişlerdir. Ayrıca CHP, 1970’lerde iktidara gelebilmek için kendi politikalarından dolayı oluşan Kürt meselesini istismar etmekle suçlanmıştır.


Soğuk Savaş sürecinde Anaakım İslâmcılar, Kürtlerin varlığını zaman zaman kabul etmiş, zaman zaman ise inkâr etmiş ancak onları genellikle Türklükle ilişkilendirmiş ve Kürt meselesine çözüm olarak İslâm’ı önermişlerdir. Bu kesim, genel olarak Kürtleri “İslâm-Türk milliyetçiliğinin unsuru” olarak kabul etmişlerdir.


Anaakım İslâmcılar “Türk”ü, ırktan ziyade millet olarak görmüş ve Türkiye’deki bütün kavimleri temsil ettiğini iddia etmişlerdir. Dolayısıyla Anadolu’daki İslâm birliğinin öncüsü Türkler olarak görülmüş ve “İslâm-Türk Sentezi” vurgusu yapılmıştır.


Anaakım İslâmcılar’ın Anadolu’ya ve Anadolu’nun tarihine (Osmanlı) vurgu yapmalarının, İslâm-Türk çizgisini ortaya çıkardığı söylenebilir. Ayrıca genel çizgileri İslâm-Türklük olmakla birlikte Doğu’da İslâm kimliğine daha fazla vurgu yapmışlardır. Nitekim Kürtlerin de etnik kimliğinden çok Müslümanlığına vurgu yapmış ve İslâm üzerinden ortaklık kurmaya çalışmışlardır.


Anaakım İslâmcılar’ın Uç Sağ içerisinde Kürt meselesinde “kalkınma”ya en fazla vurgu yapan kesim olduğu söylenebilir. Bu kesim ayrıca, MSP’yle iktidar ortağı olduğu dönemde kalkınma fikrini görece uygulamış, Doğu’da birçok tesisin temelini atmıştır.


Dolayısıyla Anaakım İslâmcılar, Soğuk Savaş sürecinde Kürt meselesini temel olarak Anadolu İslâm Birliği’nin bekasını tehdit eden “güvenlik” sorunu şeklinde ele almış, Kürtleri İslâm-Türk Sentezi’nin parçası kabul etmiş ve Kürt meselesinin İslâm ve kalkınma çerçevesinde çözülebileceğini söylemişlerdir.



Bundan sonraki yazımın konusu


“5. Bölüm” : “Radikal İslâmcılar ve Kürtler”


Yararlanılan Kaynak


TÜRKİYE’DE UÇ SAĞ VE KÜRTLER, 1945-1980: GÜVENLİK, KİMLİK VE KALKINMA / Bayram KOCA / Doktora Tezi / Ankara, 2019

Yorumlar


bottom of page